H. Özden
GIRIS
Türkiye’deki
önemli konulardan birine, "ciddiyetsizlikten ve yetersizlikten kaynaklanan
yasa ve yönetmelik özürlüğüne" burada kısaca değinmek istiyorum,
görüşlerimi sizle paylaşmak ve tartışmak ve hoşa gitmeyen bazı gerçekleri
tekrar dile getirmek amacıyla yazıyorum! Türkiye’de ülkeyi yönetmeğe
kalkışanların büyük hatalarından, ihmallerinden biri;
alelacele,
tartışılmadan, uzman kişilerin değerlendirmelerini, kamuoyundaki ilgili
kişilerin, kuruluşların, örgütlerin görüşleri dikkate alınmadan, ciddiyetsiz ve
yetersiz hazırlanan ve daha cok belli çıkar kesimlerinin direktifleri üzerine
yangından mal kaçırır gibi çıkarılan özürlü yasa ve yönetmeliklerdir.
Yasa ve
yönetmeliklerin özürlülüğü şuradan kaynaklanmaktadır:
- Keyfi uygulamalara, yanlış anlamalara fırsat vermeyecek şekilde yasa
ve yönetmeliklerin tanımlanmamasıdır.
- Yasalara biraz zaman ayırıp Alt maddelerle, paragraflarla yasa ve
yönetmeliklerin açıklığa kavuşturulmaması
- Ve sınırlarının belirlenmemesidir. Diğer bir hata ise çıkarılan yasa
ve yönetmeliklerde fırsat eşitliğinin, (uygulamada dahi), gözerdi edilmesidir.
- Çıkarılan pek cok yasan ve yönetmeliğin uygulanmaması,
- Hatta bu yasa ve yönetmeliklerin bizzat hazırlayanlar tarafından uyulmaması
ve sağlıklı bir şekilde uygulattırılmamasıdır.
Yasa ve
yönetmelikler Toplum, ülke menfaatleri için vardırlar, devlet mekanizmalarının
sağlıklı, kaliteli ve verimli bir şekilde çalışması için düzenlenmektedirler.
Türkiye’de ciddiyetsiz ve özürlü düzenlen yasa ve yönetmeliklerin kalitesini,
ülkedeki hayat standardına, kamuoyuna yansıyan suiistimallere ve pisliklere
bakarak ta bir fikir edinebilirsiniz. Hatta durmadan değiştirilmeleri de
ciddiyetsizlik ve yetersizlikten kaynaklandığının diğer bir delilidir.
Hapishanelerin doluluğundan da yasa ve yönetmeliklerin yetersizliğine de
varabilirsiniz. Daha başka örnek mi işiyorsunuz? Yasa ve yönetmelik uzmanı olan
sayın Cumhurbaşkanımızın önüne getirilip onaylanması istenilen yasaların pek
çoğu, incelenerek tekrar değerlendirilmesi isteğiyle geri çevrilmesi sizce de
en büyük kanıt degilmidir ? Bu yasaları hazırlayanlar özürlü yasayı hazırlayıp
cumhurbaşkanına sundukları için utanıp üzüleceklerine, özür dileyeceklerine,
pişkin piskin bu yüce makama ve cumhurbaşkanına yüksek sesle söyleniyorlar,
yüce makama saygısızlık ediyorlar. Bu pişkinliğe de pes doğrusu! İnatla, sanki
büyük bir marifet imiş gibi tekrar incelenmesi için geri çevrilen yasalara
tekrar usulende olsa bir göz atmadan, tartışmaya açmadan olduğu gibi tekrar
cumhurbaşkanlığının önüne imzalaması için sunuyorlar. Sayın cumhurbaşkanının
incelenmeden imzalaması, onaylaması için adeta önüne fırlatılan bu özürlü
yasalar karsısında yapabilecekleri sinirli kalıyor, ancak önemli vakalarda
yasayı halk onaylamasına sunabilir. Bu nezaketsiz davranışları ile özürlü
kişiliklerini açığa da vuruyorlar. Bu davranış bozukluğu nezaketsizlikten öte
devlet başkanlığına bir hakarettir, yüce makama saygısızlıktır. (Sayın
Cumhurbaşkanı tarafsız ve eski bir anayasa başkanı olarak yasa ve
yönetmeliklerin yapısını herkesten evvel anlayacak kişilerden biridir.) Hiç
değilse bu kişiliği gerekçesiyle yasaların usulüne göcede de olsa tekrar
incelenmesi, ülkenin yararınadır, hükümetin ve meclisin saygınlığını artırır,
Halkın yasa ve yönetmeliklere olan saygı ve güvenini, itibarini yükseltir diye
düşünüyorum. Cumhurbaşkanının tekrar incelenmesi için çevirdiği yasaların
incelenmeden tekrar önüne geri getirilip yasallaşsan kanunların bazıları Avrupa
Birliği ve Dünya-Bankası tarafından da tenkit edilmektedir. uyarılmaktadır.
Daha fazla
ayrıntılara girmeden bir iki örnekle esas konuya açıklık getirmek istiyorum.
Örneklere geçmeden evsel konu ile azda olsa ilgisi olan diğer bir konuya kısa
değinmek istiyorum; Demokrasi devlet yasama yöntemi mükemmel
değildir! Fakat mevcut devlet yasama yöntemleri içerisinde en iyisi, en
mükemmeli olanıdır. Demokrasi yönetimi de pek cok keyfi uygulamalara,
suiistimallere acıktır. Genelde sessiz çoğunluktan ziyade azınlıktaki iyi
organize edilmiş kuru gürültücülerin, örgütlerin sesleri dikkate alınmaktadır.
Demokrasilerde de güçlü olan, bol parası olan genelde haklidir, sözü
geçerlidir, Dünya kamuoyunda da böyledir maalesef! Tarihte cok vahim örnekleri
görüldüğü gibi Günümüzde de eksi örnekleri de mevcuttur. 1930 yıllarının
sonlarında Hitler demokrasinin yasal yollarını kullanarak iktidara gelmiştir.
Gelir gelmez kısa bir sürede demokrasinin yollarını kullanarak milyonlarca
insanin ölümüne, sefillik çekmesine yüz binlerce insanin gaz fırınlarında yok
olmasına neden olmuştur. Günümüz Türkiyesinde de şeriat yanlıları, tarikatcilar
devletin resmi yargi organlari tarafindan aranip bir türlü erisilemeyen
suclular, dolandiricilar demokratik yasal yollardan pek cogunun yikmak
istedikleri TBMM´sini ele gecirmislerdir, girmislerdir. % 34 lük oy oranı ile
mecliste üçte iki çoğunluğunu elde edebiliyorlar, tek baslarına hükümet
kurabiliyorlar.....)
Bu sıralar, ekonomik kriz iyice hissedilen Bati
ülkelerinde ve Avrupa Birliği içinde zamanla ulusal kimlik derlerlerinin
kaybolma endişesi ileme demokrasi ile ilgili bazı görüşler yeniden gündeme
getirilmektedir. Örneğin; Devletin, ülkenin, ulusun temel değerlerinin
tanımlanması, bu değerlerin ön plana çıkarılarak korunması, bu değerlerden hiç
bir suretle taviz verilmemesi gibi öneriler üzerinde durulmaktadır.
Yasa ve yönetmeliklerle ile ilgili kısa bir örnek vermek
istiyorum; Seksen yılların sonunda Almanya’da mülteci akınını durdurabilmek
üzere hazırlanan yeni yabancılar yasası! Bu yasa hazırlanırken yasa hakkında
pek cok kişinin, sivil örgütlerin, kurumların, basta üniversitelerin görüşleri,
önerileri resmi olacakta istenmişti. Yazılı ve görsel basında pek cok kez acık
tartışması yapılmıştı. Hazırlanan taslak tekrar tartışmağa soğularak konu ile
ilgili uzman kişilerin, ve kurum ve örgütlerin tekrarı bir değerlendirilmesi
istenilmişti. Son düzeltmeler, ilaveler yapıldıktan sonra da meclise sunuldu.
Orada da tartışıldıktan sonra tekrar bazı eklerle ve düzeltmelerle yürürlüğe
sokulmuştur. Hatırladığım kadarıyla hazırlanması ve çıkması, 20 ay kadar, uzun
sürmüştü. Bu yasa taslağın bir cildinin içeriğine göz atma fırsatını buldum.
İlk gözüme çarpan ve hala aklımda olan birinci taslak-dosyasının 3-4 santim
kalınlığında olması ve yasa ve yönetmeliklerin alt maddelerle, sıklarla en
teferruatına tanımlanması idi, hatta bazı konularda nasıl hareket edileceği
gösteren maddeler de gözüme ilişmişti. Bu maddelerin dayanağı ve olası
gerekçeleri de rapor halinde yazılmıştı. Bakin Almanya gibi bazı Batili
ülkelerin Anayasalarındaki yasa ve yönetmelikler şayi bakımından Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasındaki yasa ve yönetmeliklerden cok azdır! Fakat bu yasa ve
yönetmeliklerin alt maddeleri, detaylı paragrafları Türk iyedekilerle mukayese
edilmeyecek kadar teferruatlı ve sayıca coktur. Ve en önemlisi keyfi uygulamalara
ve yanlış anlamalara meydan verilmeyecek şekilde hazırlanmağa, tanımlanmağa
özen gösterilmiştir. Kimsenin hareket siniri diğerinin insafına ve keyfine
bırakılmamıştır.
Geçenlerde birilerine ve Milli Eğitim Bakanlığı
bürokratlarına hazırlatılan yeni Yüksek Öğretim yasasına bu vesile ile gelmek
istiyorum. YÖK, Üniversitelerde, Yüksek okullarda bazı reformlarla, yani bazı
iyileştirmelerin yapılması, gözlenen aksaklıkların ve keyfi uygulamaların
kaldırılması amaçlanıyordu. Yasa taslağındaki önlemlerle Yüksek okul ve
üniversitelerde verim ve kalitenin yükseltilmesi hedefleniliyordu. Gözlenen
keyfi uygulamaların, suiistimallerin önüne geçilmek isteniliyordu. Bunu
savunanlardan biride ben idim. Yüksek Öğretim Reformu paketinin kamuoyuna
yansıyan kısmini değerlendirdiğimde pek cok olumlu yanlarına rağmen az da olsa
hayal kırıklığına uğradım. Bu yasayı ele alanlardan fazla mükemmellik
beklemiyordum......... Ve bu makaleyi yazmama da vesile oldu:
1. Yasa taslağına biraz daha fazla zaman ayrılmalı idi
2. Gerekli zaman ayrılarak detaylara gidilmeliydi diye düşünüyorum,
3. Herkesin görevi sorumluluğu ve sınırları yasa ve yönetmeliklerde yer
almalıydı,.......
4. Yasadaki genel ve bazı örtülü tanımlarla sorunlara daha sorun
katılacaktır.
5. Fırsat eşitliğine, keyfi uygulamalara acık olan eski maddeler hale
durmaktadır.
6. Yenilenme ve gençlerin önünün açılması ile ilgili hiç bir hüküm
bulunmamaktadır.
Sözün kısası; Bir is yapılacaksa ya gerekli zaman ayrılıp
doğru dürüst yapılmalı, yada hiç yapılmamalıdır diye düşünüyorum. Bu Yüksek
Eşgüdüm Kurulu !! Reform yasası ile bırakın Üniversitelerdeki eğitim ve
bilimsel faaliyetlerin kalitesini artırmayı, verimi yükseltmeyi, çalışma
atmosferini düzeltmeyi, var olanı daha da berbat edilecektir.
Hiç değilse; ilk etapta mevcut ilgili yasa ve yönetmelikler ele alınıp,
gözlenen aksaklıklar acilen giderilmeliydi, gerekli iyileştirmeler
getirilmeliydi. Bu konuya etraflıca bundan evvelki makalemde değinmiştim. Bütün
Üniversitelerden reform mahiyetindeki yasa ve yönetmelikler hakkındaki adil
görüşleri bir rapor halinde istenilmeliydi. Buradan çıkarılacak bir çalışma
ekibi ile gerekli reform niteliğindeki yasa ve yönetmelikler üniversite
işbirliği altında bir taslak hazırlanmalıydı, tartışmaya sunulmalıydı
Milli Eğitim Bakanlığı, Yaz-Boz zihniyeti ile hala on yıllar boyunca kendi
problemlerini, sorunlarını halledememiş, sorunları daha da büyütmüş. Hal böyle
iken Yüksek Öğretim Kurumlarını Üniversiteleri milli eğitim bakanlığına entegre
etme arayışı yanılgıdır. Herhalde Milli Eğitim Bakanlığı Bürokratları ÖSYM
sınavları ile Milyarlar dolar değerindeki sınav ücretlerinden pay almak
istiyorlar. o haraca onlarda ortak olmak istiyorlar!!! Yüksek Öğretim Kurulu,
YÖK adini Yüksek Eşgüdüm kurulu, YEK olarak değiştirilmesini reform sananlardan
bence daha fazlasını beklemek haksizlik olurdu. Bilinen bazı tanımları bir iki
kelime değişikliği ile tekrar Yüksek Öğretim Kurulu Reformu Yasa Taslağı olarak
kamuoyuna sunmakla ben gibi pek cok kişinin hayal kırıklığına uğradığını tahmin
ediyorum. Bu yasa taslağı bazı kesimlerdeki kuşkuları doğrular , hakli çıkarır
niteliğindedir:
"Şeriat- tarikatçılar, takunyacılar bu yasa ile yüksek öğretim
kurumlarını, üniversiteleri ele geçirmek istiyorlar°
Bence böyle bir endişe yersiz ve haksizdir. Günün geçerli yasaları ile
buna erişmek te gayet mümkün, hatta daha kolaydır. Bence niyet başka!
Üniversiteler batacak yaygarası bahane! Üniversiteler zaten bu feryadı
çıkaranların elinde batmıştır batacağı kadar, batmayan neresi kalmıştır ki?
Bakin YILDIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI güzel bir başlangıca imzasını atmış oldu:
Bütün öğretim elemanlarının, profesörüne kadar bos kadrolara atanmaları herkese
acık şekilde İnternet aracılığı gerçekleştiriliyor. Bu şeffaflık olduktan sonra
belli çıkar gurupların üniversiteyi ele geçirmeleri imkansızlaşır. Ben şahsim
adına Yıldız teknik üniversitesi yetkililerini kutluyorum. Dileğim daha
iyisinin, bu şeffaflığın diğer üniversitelerde de uygulanmasıdır.
Yeni hazırlanan taslağı uzun uzadıya burada
değerlendirmek istemiyorum. Olumlu yönetmelikler de mevcut, buna rağmen
beklentilere cevap vermekten uzaktır bu da diğer bir gerçek. Bilhassa yüksek
öğretim kurumlarında verim ve kalite artısını getirmekten cok uzaktır.
Bir örnek: Yeni yasa ile kendi isteği ile
üniversitelerden ayrılan ve uzun bir süre bilimsel çalışmalardan faaliyetlerden
uzak kalan öğretim üyeleri istedikleri takdirde üniversiteye dönebileceklerdir.
Politikada ve dışarıda isini tutturamayanlarda, bilimsel faaliyetlerden tamamen
uzaklaşanlarda ileride adamı ayarlayıp öğretim üyesi olarak üniversitelere
gelebileceklerdir. Bu Yönetmelik reform anlayışına ters düşmektedir. Eğer bir
kişi haksiz olarak üniversiteden uzaklaştırılmışsa bu kişi veya kişilerin
mağduriyetinin giderilmesi, üniversiteye tekrar kazandırılması taraftarıyım.
(Diğer taraftan endüstride belli bir süre çalışmış bu arada bilimsel
faaliyetlerden uzak kalmamış, yayınlar çıkarmış, teori ve pratiği basari ile
birleştirmiş kişilerin normal üniversite içi elemanı gibi bos olan kadrolara
aday olması ve bunun Türkiye’de teşvik edilmesi taraftarıyımdır ) Diğerlerinin
bilimsel faaliyetlerine uzun bir süre ara vermiş olanların üniversitelere
gelmeleri kurumları olumsuz etkileyecektir, yarardan cok zararları olacaktır.
Bu yasa taslağında beklediğim ve arzu ettiğim yüksek lisansını ve doktorasını
hakkıyla bitirmiş olanlarının önlerinin açılması idi. Şahsen ben açıkça burada
da ifade etmekten kaçınmayacağım; Yetkim olsa hala üniversitelerimizde 20-30
senenin ders içeriklerini, notlarını öğrencilere papağan gibi anlatan, kendilerini
eskiten, hantal, engelleyici, tutarsız profesörlerin bir an evvel emekli olarak
üniversiteden ayrılmalarına calısırdım. (90 yıllarının baslarına kadar yüksek
lisans ve doktora tezleri tercüman büroları gibi tez hizmet bürolarına
ısmarlattırılıyordu, O zamanlar uyarılarımla, yazılarımla bazı tedbirler geçte
olsa alinmiş oldu! Bu konuyu abartmıyorum, gerçek ve kendi gözlerimle ve
kulaklarımla şahit olmuştum... Bu iddiaya inanmak istememiştim. Bunun üzerine
Tercüman arkadaş gün vererek beni bürosuna davet etti, is yerinde beni Alman
arkadaşı diye tanıttı. Benle Almanca konuşurken, siparişi verene Türkçe konu
ile ilgili sorular soruyordu! Orada orijinal eski Alman tez kitabinin
fotokopisini ve Türkçe ye çevrilen orijinal tez kitabini göstermişti..... O zamanlar
modaymış, pek cok kişi gibi oda bu kolay yolu seçmiştir. Esas suçlu bu yolu ona
mümkün kılan ciddiyetsiz, sorumsuz bu kurumlara yakışmayan öğretim
üyelerindedir ve üniversitelerdedir. Hayır kardeşim! Bu Anadolucun yeni kurulan
üniversitelerinde değil YÖK´un burnunun ta dibinde, Ankara’nın göbeğinde çeyran
ediyor.
Bu ve benzeri gerçekler üniversiteler ve YÖK haricinde belli çevrelerce
biliniyordu. Bu yüzden olacak ki Türk iyede öğretim üyelerine, öğretim
kurumlarına pek değer verilmiyor, saygı, güven duyulmuyor.
Bakin bizlerin bazılarımızın deyimiyle, gavurun memleketinde ben
yabancı olmama rağmen Türkiye’den gerek halk gerekse de akademikerler arasında
daha itibarlıyım! Yeri gelmişken kısa bir animi anlatayım: Hamburg ta doktoramı
bitirdikten sonra tatile Frankfurt kardeşimin yanına, evine gitmiştim. Ayni
binada oturan ev sahibi benim doktor mühendis olduğumu öğrenince kari koca
agbimin evine gelip hem onu hemde beni tebrik etmişler, iyi bir hediyeyle de
beni ödüllendirmek istemişlerdi....Birde karsı taraf... Uşakta öğretim üyesi
olarak çalışıyorum, bazen diğer öğretim üyeleri genç arkadaşlarla alışveriş
için çarsıya iniyor, mağazaya giriyoruz, mağaza sahibi bırakın ne istedigimizi
sormayı, oturduğu sandalyeden sanki burada ne isiniz var dercesine kalkmıyor,
yüzümüze dahi bakmıyor! Yeri gelmişken başka bir konuya da kısa değinmek
istiyorum.
Gavurun memleketinde ister yabancı ister yerli ol akademikerler
arasında bir dayanışma, güven, saygı mevcut. Türkiye’de ise tam aksine
akademikerler arasında hastalıklı bir husumet, saygısızlık, güvensizlik her
türlü akla gelmeyecek çirkeflikte mevcut maalesef. Bilimsel olarak bunun
nedenlerine gidilmemdir, doğruluk derecesi araştırılmalıdır. Konu ile ilgili
pek cok ilgi çekici örneklere burada yer veremiyorum. Yinede kendimi tutamayıp
ufak zararsız bir örnek vereyim: Hatırlı bir üniversitenin birinde Profesörün
biri doktora öğrencisine su hocadan doktora dersi aldığın için sana doktora
bitirme tezi vermiyorum, senle ilgilenmek istemiyorum diyebilecek duruma
düşebiliyor, öğrencinin önünde alçalabiliyor, Mübarek, vermek istemiyorsan
zamanım yok de!!!!) Üniversite camiasına yakışmayan bu gibi suiistimaller başka
versiyonlar altında, bugün de hala devam etmektedir. Tezli- teszis yüksek
lisans programları ile günümüzde bir nevi para ile diploma satılıyor. Veya
belli bir gurubun adamı iseniz, hatırlı torpilli iseniz belli bir süre bir
profesörün yanında asistan gibi çalışıyorsunuz, onun adına ders kitabi
hazırlıyorsunuz, derslerini de veriyorsunuz. Son altı ay içerisinde de bir iki
göstermelik deneyle bir tez yazıp doktor unvanına sahip te olabiliyorsunuz,
yeter ki üstlerde adamınız olsun, belli bir guruba üyeliğiniz bulunsun! Eskiden
vakalar cok daha da vahimdi!
Örneğin, sağdan soldan toplanıp harmanlanarak, öğrencilere, fistanlara
hazırlatılan bir iki kitapla eğer yine belli bir guruba aitseniz rahatlıkla cok
kısa sürede de profesör olabiliyordunuz. Hatta tanıdığım bazı hatırlı kimseler
doçentlik sınavına dahi girmeden prosedür gereği başkalarının yardımıyla doçent
ve hemen ardından da profesör olmuşlardır.
İste bu nedenlerle de üniversitelerimizin acil bir temizliğe,
yenileşmeğe, gençleştirilmesine, reforma ihtiyaçları vardır. (Acı, fakat
gerçek! İsteyen küfreder, tehdit ederde de, ben Türk iyedeyim, ben bunun için
de Türkiye´ ye döndüm!!) Kurumlar bazı gerçeklerin dile getirilmesi ile değil,
tamamen aksine suiistimallere olanak vermeleri ve görevi suiistimallerin örtbas
edilmesi ile kamuoyunda saygı ve güvenlikleri azalır, zarar görürler
Üniversiteler kuğu kuşları gibi baslarını kumun, suyun içine sokarak
kendilerini gizlemeleri yanılgısına düşmemelidir.!
Bakin uzun bir süre ve sürekli Türk iyede öğretim üyesi
olarak çalışıyorum. Bu süre zarfında her gecen gün dünyadaki alanımla ilgili
bilimsel yeniliklerden ve araştırmalardan uzaklaştığımı hissediyordum, (Gerekli
alt yapı yetersizliği nedeniyle). Su sıralar ise yurt dışındayım ve bu korkumun
ne kadar geçerli, doğru olduğuna tekrar şahit oldum. Mühendislik, teknik bilim
dallarında yoğun bir çalışma temposunun, yarisin, rekabetin hüküm sürdüğünü
gözlüyorum. 10-15 sene evvelki ders kitapların içerikleri, okutulan dersler ve
içerikleri, haftalık ders programları değişmiş, geliştirilmiştir,
yenilenmiştir,... Yeni bölümler, yeni ana bilim dalları acilmiş, bildiğim bazı
bölümler, enstitüler kapatılmış. Çoğu teknik, mühendislik problemleri,
bilgisayar destekli her gecen gün geliştirilen yöntemlerle, çözülüyor, simultan
gösteriliyor. ..Hatta daha ileri gidilerek hafta sonları kursları ile
liselerdeki matematik, fizik, fen dersleri öğretmenlerine son yıllarda hızla
gelişen yoğun kullanılan yöntemler öğretilerek lise öğrencilerine aktarılması
isteniliyor.
Türkiye’deki üniversiteler yurtdışındaki üniversitelerle olan farkı
ancak gençlerin önünü açmakla ve bazı tedbirlerle kapatabilir. Bu gerçeklerde
yeni taslakta maalesef gözerdi edildi.
Bazı sivri zekalılar, emir erleri, kapı
kulları çıkarları gereği yeni hazırlanan yasa taslakları ile üniversiteler
elden gidiyor yaygarasına başlamışlardır! Gerçek olan üniversitelere çeki düzen
verme gereğidir. Hoşlarına gitmeyeni, kendi önerilerini tartışmaya
sunabilirler. Fırsat eşitliği dikkate alınarak, demokratik kurallar
çerçevesinde katilim ve oy çoğunluğu uygulama yöntemiyle neden üniversiteler
batsın ki. Üniversiteleri süregelen zihniyetleri ile batırdılar batıracakları
kadar. Bakin; Burada çalıştığım bir üniversitenin bir
enstitüsünde başkan yas haddiyle emekliye ayrıldı. Üniversite geleneği
gereğince yeni başkan adayın endüstriden, (teorik ve pratik bilgileri ile)
olması isteniliyor, çeşitli ilanlarla duyuruluyor. İlgi duyanların başvuruları
direkt enstitüde çalışanlar tarafından değerlendiriliyor. Tesadüfen o enstitüde
araştırma görevlisi olarak çalışan bir arkadasın anlattıklarına göre;
geçenlerde adaylardan biri ile enstitüde mülakatta bulunmuşlar, tanışmışlar.
Adayın cok yüksek performansına rağmen mülakat sırasında takındığı havali tavır
nedeniyle oylama sonucu adayın başvurusunu ret etmişler, Bu havali tavrı ile
Enstitüde yararlı olmaz kararına oy çoğunluğu ile varmışlar.
Bu oylamada, karar aşamasında enstitüde çalışan bütün öğretim,
araştırma elemanları katılmaktaymış!! Bizdeki gibi bazı torpilli profesör
unvanlı kaçıklar tepeden inme makamlara birileri tarafından indirilmiyor.
Gökten zembille indirme yöntemini kullanan Türk üniversitecin hali belli. Buna
karsın demokratik kurallar çerçevesinde katilim ve oy çoğunluğu yöntemini
kullanan üniversitelerin Halide belli. Tamamen aksine bu üniversiteler
batmamıştır, daha yükselmişlerdir, kamuoyunda itibar kazanmışlardır..... Gecen
sene Berlin Teknik ün iversinde mühendislik bölümlerinden birine doktorasını
yapmamış, yüksek lisanslı birini sanayide basarili çalışmaları nedeniyle bölüm
başkanı seçmişler. Burada doçentlik bürokrasisi islemiyor, tamamen kaldırılması
bile düşünülüyor. Ve burada da genclerin önünü acmak icin bilim ve teknolji
bakanligindan calismalar yürütülüyor. Bizde hala kati memur zihniyeti,
bürokrasisi; üniversiteler, laiklik elden gidiyor, demokrasi, cumhuriyet,
Atatürk edebiyatı, yaygaraları... Sanki kendileri bu saydıklarına, bu ilkelere
sadık kalmışlar, gözetmişler. Üniversiteleri hala babalarının çiftliği gibi
yönetmek istiyorlar. Bu zihniyetle üniversiteler kapanma, batma aşamasına
getirildiler. Harç adi altında eller öğrencilerin, velilerin ceplerine ne kadar
derin dalabilecekti. Üniversiteler elden gidiyor yaygaracıların dikkatine ve
yorumlarına.
Kısaca:
1.YÖK´un yetkileri kısıtlanmalıdır. Koordinasyon ve denetimle
sınırlanmalıdır. YÖK kelimesi olduğu gibi kalmasında hiç bir sakınca yoktur,
daha uygundur.
2. YÖK´un bir cok yetkileri, kaynakları üniversitelere devredilmelidir.
3. Üniversitelere daha fazla yetki, kaynak verilmelidir, ve güven
duyulmalıdır, özerlik verilmelidir.
4. Üniversiteler her türlü faaliyetleri ile ilgili konularda kamuoyuna
hesap göstermek zorundadırlar. Kaynakların nerede nasıl kullanıldığı,
kullanılacağı hakkında bilgi sunmalıdırlar (Burada da pek suiistimaller mevcut.
Dünya bankası kredileri ile araç gereç vs. satın alınıyor; Bunlar ya binada süs
gibi kullanılmadan duruyor yada binanın bilmem neresinde paslanmaga
terkediliyorlar)
5. Üniversitelerde Gökten zembille indirme, makamlara, kadrolara atama
yöntemi yerine. Firsat esitligi gözetilerek belirlenen kurallara göre katilim
ve oy cogunluguna dayanan seffaf bir yöntemin getirilmesi.
6. Atamalarda seffaflik ve firsat esitliginin yasa ve yönetmeliklerce
acik ve secik belirlenmesi esasi getirilmelidir
7. Üniversitelerin genclestirilmesi, yani Yüksek lisansini ve
doktorasini hakkiyla elde etmis genclerin önünün acilmasi olanagi
saglanmalidir. Genc arkdaslarin, arastirma görevlilerinde üniversitelerde daha
fazla söz sahibi olmalari saglanmalidir. Yüksek lisansını ve doktorasını
tamamlamış genç arkadaşlar Bilimsel araştırmalar yanında direkt ders
faaliyetlerine katılmaları sağlanmalıdır.
8. Mümkün olduğu kadar bürokratik , keyfi uygulamaların
üniversitelerden kaldırılmasına gidilmelidir.
9 Üniversite ilgili her türlü yasa ve yönetmeliğin genel tanımlardan
ziyada en ince teferruatına kadar alt maddelerle, yanlış uygulamalara ve
anlamalara meydan vermeyecek şekilde hazırlanması, bunun içinde yeterli zamanın
ayrılması
10. Acilen yüklükteki fırsat eşitliğine ters düsen, halen keyfi
uygulamaca acık yasaların düzeltilmesi
..........
...........