Dr. Huso'nun Bazı Makaleleri

TÜRKİYE GİBİ GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE KRONİK YÜKSEK ENFLASYONUN NEDENLERİ, SANAYİYE ETKİLERİ

 Dr. müh. Hüseyin Özden 

Mak. Müh. Böl., Ege Üniversitesi

Tel.  0232 388 40 00  (1893)  dr_huso@yahoo.de  

ÖZET

 Enflasyonun uzun süre yüksek oranlarda seyretmesi Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmesini, mal ve hizmet üretimine dayalı yeni iş yerlerinin açılmasını engellemektedir. Bu dilema kendisini artan, bunaltan hayat pahalılığı, işsizlik, iflaslar, bireysel ve toplumsal güvensizlik, memnuniyetsizlik ve huzursuzluklar, isyanlarla  göstermektedir.  Gerek sanayisi az gelişmiş III. Dünya ülkelerinde gerekse de Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde kronik yüksek enflasyonun önemli nedenlerinden biri; iç ve dış borçlarla yolsuzluklardır. Bütçesinin neredeyse tamamı iç-dış borç ve bunların faiz ödemelerine ve yolsuzluklara ayrılmaktadır.  Diğer nedenler ise: - Gereksiz devlet ve kamu harcamalarıdır, israflardır. -Tasarrufların, kazançların, alınan borçların para getiren mal ve hizmet üretim sanayiine, yeni iş yerlerine kaydırılmamasıdır, bürokraside ve lükste eritilmesidir. - Aşırı ve yüksek vergiler ve harçlardır. - Batılı zengin ülkelerin tek verip kat kat koparan bir nevi modern dolandırıcı siyasi, ticari sistemleridir. - Yeni pazarlara açılamama, dışta  (TM ve TL) kötü mal ve hizmet imajıdır. - Savunma ve güvenlik giderlerinde nicelik değil niteliğin  tercih edilmemesidir. - Politikadaki istikrarsızlıktır. – Bankalar, repocular ve uyguladıkları  yüksek faizlerdir. - Bireylerde aşırı haksız kazanç elde etme eğilimi. - Arge çalışmalarına, üniversite-sanayi işbirliğine, uluslararası işbirliğine önem verilmemesidir.  - İMF ve Dünya bankasının hazırlatıp uygulattırdığı ekonomi modelleridir! (En iyi İMF ve Dünya Bankası Ekonomi Planı yok olanıdır. Bunların planını uygulamaya mecbur edilen devletlerin çoğu daha borç batağına girmişlerdir, kaosa sürüklenmişlerdir. İMF ve Dünya bankası programları Türkiye’yi çökertip dağıtmak isteyen şer güçlerin sinsi, değerli silahı olacağı unutulmamalıdır. İMF ve Dünya bankasının yapacağı yararlı iş; Türkiye’nin ve III. Dünya ülkelerinin borçlarının kaldırılması olacaktır. Bu Dünya barışı için de gereklidir.  

Enflasyonla mücadelede siyasi istikrar ve güven gereklidir. Sanayileşme ve Enflasyonla mücadele bir bütün olarak ele alınmalıdır. Sadece fiyatlara doping, çalışanların ücretlerinin düşük tutulması, işçi çıkarmalar, büyüme  ve gelişmenin durdurulması, yeni iş yerlerinin açılmaması, borca borç katmak gibi klasik  yöntemlerle başarılı olunmuyor.  Bilakis bu gibi klasik önlemler enflasyonu körüklüyor, müzminleştiriyor. Türkiye’de yetkililerin kullanılan istatistiksel yöntemi manipule ederek enflasyon oranını düşük göstermeleri ile ancak kendi kendilerini aldatmış olurlar ve saygınlıkları zedelenir.  Türkiye, gözlenen ve yaşanılan ekonomik olumsuzluklara rağmen çok kısa sürede kronik yüksek enflasyonun üstesinden gelecek olanaklara sahip bir ekonomik güçtür. Kanıtı; kronik yüksek enflasyona, aşırı yolsuzluklara, devlet ve kamu israflarına ve aşırı devalüasyona uzun süre dayanabilen ve yoluna devam edebilen tek  Dünya devletidir!

 Anahtar Sözcükler: Kronik enflasyon, Sanayileşme, Enflasyon nedenleri, IMF, Dünya Bankası ekonomik Programlar, Tekno-ekonomik sistem kararlığı , Patent önerileri  

.  GİRİŞ

 III. Dünya devletlerinde ve Türkiye gibi kalkınmakta olan devletlerde iç ve dış borçlar ve yolsuzluklar enflasyonu körükleyen ana  nedenlerdendir. Bu sebeple; borçları tanımama, sildirme vb. girişimlerde bulunulması gerekiyor!  Örneğin Türkiye'de 100 milyar dolara varan dış borçlar, bir o kadar iç borçlar ve bunlar için ödenen faizler ülkenin kalkınmasını, sanayileşmesini, yeni iş yerlerinin açılmasını engelliyor. Ülkenin refah ve huzuru için gerekli hizmetleri, alt yapıları kısıtlıyor. Ülkeleri Batılı zengin devletlerin, para kuruluşlarının sömürgesi haline getiriyor. İnsanlarımız, onlara köle gibi çalışmaya, yaşamaya mahkum ediliyor. Buna dur demenin zamanı çoktan geçiyor! Türkiye’de iç ve dış borçlar için ödenen yıllık faizler, ülkenin tüm gelirlerini aşıyor. Şu unutulmamalıdır: Borç parayı alıp Çarçur eden kadar, parayı verip çarçur edilişini seyreden alacaklılarda da suçludur, ve borç verenler borç alanlar kadar bu yükün altına girmelidirler, bu suçun ceremesine katlanmalıdırlar. Batının parasal kuruluşlarına, başta İMF ve Dünya Bankasına Batılı devletlere anlatılmalıdır ve sorun BM’lere taşınmalıdır orada çözümler aranmalıdır. Batılı zengin devletler ve para kuruluşları tarafından kalkınmakta olan Ülkelerin borç batağına düşürülüp sömürülmeleri,  yoksullaştırılmaları ve politik amaçlı kullanılmaları yakın gelecekte dünyayı kaosa sürükleyeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Dünya bankası, IMF ipe sapa gelmez yaptırımlar dikte ettireceğine, dış borçların ve faizlerinin bir seferlik hibesine, yanı kaldırılmasına katkıda, girişimlerde bulunsun.

 Enflasyon klasik yöntemlerle düşürülmesi şöyle beklenmektedir; Çalışanların ücretleri dondurulur, zam üstüne zam yapılır, iş yerleri açılmaz, zarar eden firmalar kapatılır, borç üstüne borç alınır, üretimi geliştirici yatırımlardan kaçınılır, piyasadan para toplandırılır, Vergi  yükleri artırılır. Bu güne dek iş başında bulunan hükümetler bu çarelere sarılmışlardır. (Borcu diğer borçla kapatmak misali önlemler!)  Bunlara rağmen enflasyonu uzun yıllardan beri aşağıya çekilememiştir, sadece yükseliş hızı düşürülmüştür.  Zaman zaman  istatistiksel rakam oyunları  ile enflasyon oranı düşük gösterilmeğe çalışılmıştır.  Maalesef  bu önlemler enflasyonu müzminleştirmektedir.

 III. Dünya ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde enflasyonla mücadelede en büyük sorun: bilgisiz, kişiliksiz, yeteneksiz ve hırsız siyasilerdir, bürokrat yöneticilerdir. Bugünkü kafalarla ve olanaklarda Türkiye’de enflasyonun hızlı kalıcı düşürüleceği bir hayaldir. 3 - 4%‘lük bir kalkınma hızı ile enflasyonun bu seviyede tutulması bence büyük başarı sayılacaktır! Enflasyon gibi ülke sorunları, ancak halk çoğunluğunun temsil edildiği, güven ve saygı duyulduğu bir parlamentoda ve onun hükümetiyle, muhalefetiyle çözülebilir.

 Yolsuzluklar, israflar, gereksiz  devlet ve kamu harcamaları, şişirilmiş devlet ve kamu personel kadroları, yasaların ve yönetmelikleri  adil uygulamamadaki acizlik, gibi çözümü gayet basit ulusal sorunların üstesinden gelemeyen siyasi otorite, globalleşen Dünyada enflasyon gibi kompleks, uluslararası boyutlu ekonomik ve siyasi meselelerle  hiç baş edemez, ülkenin çıkarlarını dışta savunamaz ülkenin bütünlüğünü koruyamaz ! Yeni anayasa, yeniden yapılanma, yapısal reformlar ve benzeri çağrımlar gereksiz zaman kaybıdır.  Bunlardan evvel mevcut yasalara saygınlığı, uyulmasını ve adil uygulatılmasını öğrenelim. Altmış ve seksen deki yeni anayasalarla ne elde oldu? Yeni anayasalarla mucize beklenilmemelidir. Ancak mevcutlar zamanın gereksinimlerine göre takviye edilebilirler. 

 Kısaca,  enflasyonla mücadelede  siyasi istikrar ve güven gereklidir! Güven ciddiyet ve güç ister. Devletin gücünü suiistimal ederek halkı yolan ve yoldurtanlara, ezen ve ezdirtenlere; devlet kasasını dolandıranlara, dolandırtanlara; devleti batıranlara, batırtanlara, mevcut yasaları çıkarlarınca uygulayanlara merhamet edilmemelidir, devletin yönetimi emanet edilmemelidir.

 II. ENFLASYON TANIMI,  ENFLASYON ORANININ  BELİRLENMESİ

 Enflasyon Latince’den gelme “İnflatio”: ekonomideki kelime anlamıyla piyasadaki paranın şişmesi, kabarmasıdır.  Türkçe kelime karşılığı olarak “enflasyon”  yerine iflasyon, (ekonomi politikasının iflas göstergesi) kullanımını ben daha uygundur diye düşünüyor ve kullanıyorum. Enflasyon: Ekonomi Politikasında belli bir süre içinde, genellikle bir yıldaki piyasadaki fiyatların, hizmet giderlerinin sanal artışı, paranın satın alma değerinin düşmesidir.  Yüzde oranında ( % X ) verilmektedir. Yıllık enflasyon % 50 açıklandığında örneğin, 1 sene evvel 100 liraya alınan 2 kilo şeker, yıl sonunda 1 kiloya düşüyor. İflasyonu yükseliş hızına ve miktarına göre; a) Hyperenflasyon ( % 100 üzerinde), b) Yüksekenflasyon (% 15-100), c) Vasatenflasyon ( % 6-10), d) Düşükenflasyon ( % 1-5) diye gruplandırabiliriz. Enflasyonun oran değeri kadar, süresi, (zaman dilimide) önem taşımaktadır.   

Enflasyon oranının belirlenmesinde farklı hesap yöntemleri uygulanmaktadır. Genelde, piyasada yaygın ve yoğun tüketilen, kullanılan mal ve hizmetler belli zaman birimi içinde, (genelde bir yıldaki) fiyat artışların ortalama yüzde oranı istatistik yöntemlerle saptanmaktadır. Gıda, giyim, kira, beyaz eşya, temizlik malzemeleri, mobilya, ulaşım, eğitim-kültür, eğlence-seyahat, hizmet, vergi-harç giderlerinin ağırlıkları dikkate alınarak tüm giderlerin ortalama artış değeri istatistiksel yöntemlerle  tespit edilir. Bu tür elde edilen veriler gerçek enflasyonu, artan hayat pahalılığını, yürütülen ekonomi politikasının geçerliliğini, başarısını pek yansıtmıyor.  Burada paranın diğer paralara karşın değer kaybı,  (döviz kuru), sanayileşme, büyüme hızlarının oranları, yeni istihdam sayıları, işsizlik oranları, yeni iç ve dış borçlanma miktarları göz önünde bulundurulmalıdır. Ortalamaya bunlarında belli bir değer ağırlığı katılmalıdır. Veya yıllık enflasyonla birlikte bu verilerinde beraber açıklanmasında yarar vardır. Kullanılan istatistiksel yöntemler doğru uygulandığında, enflasyon oranı gerçeğe çok yakın çıkar ve farklı kurumlar tarafından elde edilen değerlerde göze çarpan farklılık gözlenmez. Kullanılan istatistiksel yöntemi çıkarınıza göre manipule etme imkanınız da vardır. Belli mal ve hizmetleri seçerek veya ağırlık puanlamayı arzu ettiğiniz sonuca göre tayin edebilirsiniz. Bu şekilde işinize gelen enflasyon oranını halka yutturursunuz!  Bugün Türkiye’de enflasyon oranının bazı sayısal hokkabazlık metotlarıyla kasıtlı düşük gösterilmesinin sakıncaları ileride görülecektir.  Bu tür verilerle ancak kendi kendimizi aldatmış oluruz aynı zamanda yetkililerin bir nevi sahtekarlığıdır, halka karşın saygısızlığıdır.  Bence gerçek, asıl verileri elde edip açıklamalı, ona göre kafa yorup gereken çarelere yönelmek çok daha akılcı olur. Bazı hükümet üyelerinin yıllık enflasyonu maksatlı düşük gösterirlerken, yarı yarıya indirdik diye övünmeye çalışırlarken, pembe tabloları gösterirlerken halkın fazla tükettiği mallarda fiyat katlanmaları, dövizde sürekli ve yüksek artışlar, paranın satın alma gücünde düşüşler, petrol fiyatlarında artışlar, piyasada durgunluk, kısa mesai, işten atmalar gözlenmektedir      

III.  KRONİK YÜKSEK ENFLASYONUN NEDENLERİ 

1.        Şunun bunun hatırı, emri ile iş başına atanılan, seçtirilen, getirilen, yerleştirilen bilgisiz, beceriksiz, gelişmemiş, sorumsuz kişiliksiz yöneticilerdir.

2.        Faizleri ile birlikte geriye ödenen iç-dış borçlar. Bu sermayenin zamanında verimli, modern üretime, para getiren yatırımlara, yeni iş yerlerine, yenileşmeye, gelişmeye kaydırılmaması bunun yerine ipe sapa gelmez yarım yamalak yatırımlarda zarar edilmesi, bürokraside harcanmasının faturası acı ödeniyor.  Bence bu parayı alıp zarar eden kadar, bu parayı verip çarçur edişini seyreden de suçlu, onlar da bu yüke ortak edilmelidirler. Vergilerin, diğer ülke kaynaklarının yarıdan fazlası iç-dış borç ödemelerine, faizlerine harcanmaktadır.

3.        Endüstri ülkeleri, bilhassa batılı zengin ülkeler, bunların mamut kuruluşları, kredi kurumlarıdır. 1 verip kat kat koparan bir nevi modern dolandırıcı sistemleridir. Ham maddeyi fakir ülkelerden bir alıp onu ülkelerinde işleyip daha sonra fakir ülkelere kredi yardımları maskesi altında çok pahalıya satmalarıdır. Batı ülkelerdeki sorumsuzca, ahmakça israf Türkiye gibi ülke insanlarının sırtından çıkartılmaktadır. Üçüncü dünya ülkelerini fakirleştirmektedir. Doğal kaynaklar Batılı sömürücü ülkeler tarafından sorumsuzca yok edilmektedir. Olumsuz Dünya konjöktörü, maalesef Dünyada gözlenen çarpıklıklar. Örneğin, -Dünyanın en zengin 200 kişinin, (112'si ABD)   sahip oldukları toplam servet, en yoksul 3-milyar insanın toplam gelirine yakındır. - Dünyanın en zengin 3 kişinin servetlerinin toplamı yaklaşık yoksul 50 ülkenin ulusal gelirlerine eşittir. - dünyada son 10 yıl içerisinde 90 ülke 23 kat yoksullaşmıştır. - Dünyanın en yoksul 83 ülkesi son 7 yıl içinde ödedikleri dış borç faizi ana paranın 5 katından fazladır.- Her yıl Dünyada  açlıktan yaklaşık 40 - milyon insan ölmektedir, milyarlarca insan açlıkla boğuşmaktadır. (Bu kısa örnekler insanlık çöküşünün, gelecekteki dünya kaosunun sinyalleridir. ) 

4.        Batılıların her şeyi kendi ülkelerinde kurma, yapma egoizmi Üçüncü-Dünya ülkelerini ilkel görme hastalıklarıdır. ( Batılı gelişmiş ülkelerin Üçüncü-Dünya ülkelerinde modern üretim fabrikaları kurmaları esasında onların yararınadır. ) III. Dünya Ülkelerine  ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere yapılan geliştirme ve dayanışma yardımlarıdır. Esasında bu tür yardımlar ülkelerdeki kukla yönetimleri ayakta tutabilmiş, yönetime yakın kesimleri zengin etmiş,  yolsuzlukları, hırsızlıkları azdırtmıştır. Ülkedeki doğal siyasi ve ekonomik reformların hızını engellemiştir.

5.        Bilinçsiz, motivasyonsuz, hedefsiz, başıboş bir toplum, eğitim / öğretim kalitesinin düşüklüğü. Var olan yabancı mal ve hizmet hayranlığı, ahmaklığı bırakılmalıdır. i Türk mal ve hizmetlerine tercih edilmelidir. Devlette bu konuda önlemler almalıdır. En basiti, tüketici kredileri TM'ları için düşük  tutulurken, import mallarında yüksek uygulanmalıdır. Sınırlarda import mallarına üstü örtülü yaptırımlar düşünülmelidir, örneğin geciktirme, bir bahane bulup, en küçük kusurda geri gönderme, harçları artırma, muayene kontrolleri uzatma gibi

6.        Bürokrasi engelleri, bürokrat harcamaları, talanları. Kolaylaştırıcı gösterici, verici, bürokrasi yerine; alıcı, bekleyici, dolandırıcı, engelleyici, bilgisiz, berbat edici, psikopat bürokrasi, sisteminin, memur zihniyetinin hala mevcut oluşu.

7.        Dış ticaret açığı. Dışa yeteri kadar açılamama, kontak noksanlığı, rekabet edememe, çağın taleplerinden geride kalmak, milli, liberal bir dış politikanın noksanlığı, bilgili, sempatik görevlilerin, menajerlerin noksanlığı.

8.        Nüfus artışı ile ekonomik büyüme hızı arasındaki farkın yüksek oluşu. Türkiye’de belli bir süre için nüfusun artışı kontrol altına alınmalıdır. 6-10 çocuk dünyaya getirip sonra da bunların sokakta bozulmalarını, bunların cahil, bencil, sakat kalmalarını seyretmektense hiç doğurmamak çok daha iyidir.  Bu tip yetişenler topluma ağır yük oluyorlar, diğer insanların gelişmesini, huzurlu yaşamlarını engelliyorlar. )

9.        Savunma giderlerinde, klasik silahlar yerine,  uzun vadede uzaktan bilgisayarla kumandalı modern silahlarla tasarrufa gidilmemesi, hantal  silahlı güçler yerine, mobil çok yönlü silahlı güçlerin bulundurulması. Nicelik değil nitelik tercih edilmelidir.

10.     Devlet ve belediyelerin işletmecilik girişimleri, şişirilmiş kadrolar, KİT’ler.

11.     Politikadaki istikrarsızlık, sık yapılan hazırlıksız, baskın seçimler.

12.     Banka faizlerinin yüksek oluşu, (Bankaların belli  personele verdiği  çok yüksek maaş; bir banka müdürü Üniversitede 20 yıllık bir profesörün maaşının  on katını alabilmektedir!  Bu yüksek paralar, maaşlar yüksek faizlerden, ve banka işlem ücretlerinden toplanıyor. Bankalar gibi bir çok kuruluşlardaki normallerin çok üzerindeki personel giderleri enflasyonu artırıyor!)

13.     Tasarrufların, kazançların, kredilerin bürokraside eritilmesi;

14.     Kazanç ve teşviklerin, düşük faizli kredilerin Lüx araba, villalarda, yatlarda, dünya gezilerinde, alemlerde, gösterişlerde  harcanması! (Uluslar arası bir sempozyumda yabancılarla İstanbulu gezerken,  yabancı  bilim adamları, özel lüx arabaların çokluğundan hayretlerini gizleyemediler;  bunların  lüzk arabaları sokaklara bile sığmazken yakınarak bizlerden para dilenmelerini, kalkınma yardımları almalarını anlamak mümkün değil, …diye kendi aralarında söyleniyorlardı)  

15.     Serbest piyasanın gelişmemesi, fırsat eşitsizliği. Beleşçi zihniyetin hüküm sürmesi, Tiçari ahlaksızlık ve bilgisizlik,

16.     Güneydoğuda uzun süreden beri devam eden olaylar. olaylardan palazlanan parazit bir çıkar gurubu.

17.     Bilinen nedenlerden ortaya çıkan felaketler; su baskınları, yangınlar, depremler. Basit teknik tedbirlerle bu afetlerin ekonomiye olan zararları düşük tutulabilir.  

18.     Kötü niyetli iç - dış ülkelerin faaliyetleri, dinin istismarı, çıkar grupları tarafından İslam Dinin suiistimal edilmesine seyirci kalınması).

19.     Devlet dairelerindeki gereksiz kadrolar, fuzuli harcamalar. Keyfi bir sürü ve yüksek vergiler, harcırahlar.

20.     Bilim araştırma geliştirme merkezlerinin bulunmaması, elde edilen kazançların, kaynaklarının bir kısmının argo çalışmalarında değerlendirilmemesi lüks ve eğlencelerde harcama bu nedenle de teknolojik gelişmelere ayak uyduramama, günün ve çağın teknolojisini üretememe.

21.     Bürokratların, memurların halkı ezmesi dolandırması karşısında önlem alınmamasıdır. Halka güdülmesi gereken hayvan sürüsü gibi tepeden bakılması kötü icraatların hesabı A - Z' ye kadar kimsenin gözünün yaşına bakılmadan aranmaması.

22.     Geçen dönemlerden hatalı icraatları. (Örneğin, İyi, pratik bir mesleki eğitime önem verilmemesi, hayali ihracattaki, hayali faturalardaki yanlış tutum ve uygulamalar, asalaklar palazlanması, İran - Irak savaşında sürdürülen yanlış, tutarsız politika, PKK -Terörü ciddiye alınmadı, üç beş çapulcu diye geçiştirildi!, Türkiye’nin şartlarına uygun ulusal bir ekonomi kalkınma  modeli hazırlanmadı, Bankalara çeki düzen verilemedi, Devletin bazı kuruşlarına olan destek planlı ve bir zaman süreci altında kaldırılmadı. Her şeyi ben bilirim, ben ederim yerine, çeşitli birimlerle beraber (ekipsel) çalışmaya gidilmedi. Sağlıklı veriler toplama ve değerlendirmede uzman bilim adamlarının düşüncesine, raporlarına önem verilmedi. Gelişigüzel uygulanan atamalar, keyfi yönetici kadroları !)

 IV.   ENFLASYONLA MÜCADELE 

1.        Adil bir seçim sistemiyle, (seçme-seçilme ve parti yasaları!) ilk fırsatta erken genel seçimlere gidilmesi.     

2.        Diğer önemli bir girişim: Dış borçların tamamının hiç olmazsa bir kısmının uzun süre dondurulması, bir kısmının da hibe edilmesi için alacaklı ülkeler, uluslar arası organizasyonlara, partilere baş vurulmalı.  Alacaklı ülkeler bu borca karşılık Türkiye’de yatırıma, belli malların alımına razı edilmelidir.

3.        Zengin ülkelerin mamut kuruluşlarının Türkiye’de yatırımda bulunmaları için direk ilişkiler kurulmalı, güvence verilmeli!

4.        Arap ve diğer üçüncü dünya ülkeleri ve doğu ülkeleri ile adil, karşılıklı ticaret hacimlerinin geliştirilmesi için tüm olanaklar seferber edilmelidir.  Bunun için de  ilk olarak liberal, iyi ilişkilere dayalı milli bir dış politika uygulanmalıdır.

5.        Yurt dışında çalışanların tasarruflarının yurt içinde de üretime kaydırılması için belli bir güven verilmelidir.  Bu tasarrufların sahtekarlar, dolandırıcılar tarafından çarçur edilmesinin önüne geçilmesi için yasaların çıkarılmalıdır.

6.        Modern ziraata, tarıma, dayalı temel sanayiye, konuta, kitle taşımacılığına, (Raylı taşımacılığına ve hava yollarına öncelik verilmelidir) ve kitlesel genel eğitime önem verilmelidir.

7.        Her şeyden evvel halkın beslenmesi, barınması, huzuru, istekli verimli yaratıcı çalışma olanakları, sağlanmalıdır.

8.        Fiyat artışlarına karşın, üreticinin malın maliyetini düşürerek, kalitesini düzelterek, malın miktarını ve çeşidini çoğaltarak önlem alınabilir.

9.        Bankalar rasyonelleştirilmelidir. Bu sayede faizlerin düşük tutulmasına gayret sarf edilmelidir. Halk tasarruflarının bürokrasi hizmetlerinde eritilmesi yanlıştır. Gelişi güzel ucuz banka kredileri belli bir kesime dağıtılmamalıdır.

10.     Teşvik edici bilhassa ziraat-sanayi kredilerinin düğünlerde, repolarda, metreslerle lüks villa ve yatlarda amaç dışı kullanılmasına olanak verilmemelidir.

11.     Devlet dairelerindeki harcamalar asgarî düşük seviyede tutulmalıdır, tasarrufa buradan başlatılmalıdır.

12.     Keyfi, gelişi güzel teşvik uygulamaları kaldırılmalıdır. Bu rekabet, fırsat eşitliğini zedeliyor, ipe sapa gelmez, göstermelik hayali yatırımlarla devlet kazıklanıyor.

13.     Gelişigüzel konulan vergiler, fonlar, harçlar kaldırılmalıdır.  Bunlar çalışıp kazananların moralini bozmakta, onların devlete olan hoşnutsuzluğu artırmaktadır.  Devlet ve kamu kuruluşları ilk evvel kendi yırtık ceplerini dikmesini öğrenmelidir.

14.     Turizm gelirlerini artırmak için gereken önlemlerin alınması, Türkiye’nin sadece güneşi, tarihi eserleri ile değil, diğer özellikleri, örneğin rahat, güvenli, süratli, huzur içinde seyahat, kaliteli servis, dilenciler ordusundan serbest hareket edebilme, cazibeli hale getirilmeleri. En iyi tanıtım; memnun dönen turisttir, maalesef Türkiye'ye bir gelen bir daha pek gelmek istemiyor !

15.     Vergi vermek kutsaldır ve toplamak gereklidir, çok kazanan, çok vergi ödemesi doğaldır. Fakat toplanan vergilerin diğer ülke kaynaklarının, alınan iç ve dış borçların, nerede, nasıl değerlendirildiğinin takibi, israf edilmemesi,  çaldırılmaması, hesabının aranması çok daha kutsaldır! Bunlarla ilgili yasaların en ufak ayrıntıları ile, ivedilikle çıkarılması gerekir. Bence tüm yolsuzlukların, hırsızlıkların altında memurlar vardır. Memurlar yasasında da iyileştirmeler yapılmalıdır. Hesap verme, sebep oldukları zararın telafisi, ihraçları, söz konusu edilmelidir…

 V.   KRONİK ENFLASYON VE  SANAYİLEŞME

 Türkiye gibi genç nüfuslu ülkelerde  her yıl binlerce genç  insan yeni iş hayatında çalışma imkanını, uzun yıllardan beri, bulamıyor. İşsizliğin açıklanan resmi rakamlardan da üç dört kat daha fazla olduğu tahmin ediyorum!  İşsiz insan mutsuzdur,  güvensizdir, (zamanla da) hastadır. Sayıları artıkça ve işsizlik kronikleştikçe toplum sorunlu, kararsız olur, kural tanımaz olur, rejim düşmanıdır.  Bunların ötesinde devletin vergi kaynakları azalır, sosyo-ekonomik denge zorlanır. Kararsızlaşır.  Devlet gerekli hizmet ve alt yapıları yapacak kaynak sıkıntısı çeker.  Bu açığı iç ve dışta borçlanarak karşılamağa başlar. Borç bulmakta zorluk çekince de yüksek faize de sarılır.  Bu girişim diğer vahim sorunları ortaya çıkarır: Örneğin; günümüzde hala ülke gelirlerinin neredeyse tamamı faizli geri borç ödemelerine ayrılırken yeni iş yerlerin açılması için devede kulak kaynak kalmaktadır. Gerçek, kalıcı  enflasyonla mücadele sanayileşme ile mümkündür. Yani para getirebilen, dışta rekabet edebilen, yeni pazarlar bulabilen mal ve hizmet üretimine geçilmesi gerekiyor. Mevcut iş yerlerinin rekabet şansını korumak için ekonomik ve kaliteli mal ve hizmet üretim yapması gerekiyor. Kısaca kendisini periyodik olarak Dünya ve ülke şartlarına göre yenilemesi, donatması zorunludur. Yeni iş yerlerin açılması içinde başta sermaye gereklidir, vergi yükü taşınabilir düzeyde bulunmalıdır. Yolsuzlukları, savurganlıkları, zararları, iflasları, astronomik bürokrat maaşlarını; vergileri yükseltmekle, yeni vergiler çıkartarak karşılanamaz. Karşılanmağa çalışıldığında ülke ekonomisi yüksek enflasyonla çöker.

 Örneğin, Türkiye şartlarında hangi müteşebbis, girişimci (yerli veya yabancı;, resmi veya özel)  yeni iş yerlerinin açılmasına cesaret edebilir ki? Birincisi, Yüksek faizli sermaye ve yüksek vergilerle ve de bürokratik engellerle, rüşvet, haraç  istemleri ile yeni bir işe başlamak cesaret ve yiğitlik değil intihar, ahmaklık olacaktır! İkincisi,  siyasi ve ekonomik istikrarsızlık ile (yarının nasıl olacağı, Türk lirasının ne kadar değer kaybedeceğini bilemeden,…)  müteşebbis büyük bir rizikoyu aşamaz. İlerisi için stratejiler hazırlayamaz.  Üçüncüsü, Döviz, repo yüksek kolay kazanç verirken ne diye müteşebbis yeni iş yeri ile uğraşsın, bürokrasi ile bocalasın, huzurunu, neşesini, sağlığını bozsun!  Dördüncüsü girişimci devlet güvencesi, teminat, teşvik ve ucuz güvenirli, sürekli alt yapı, (ulaşım, telekominikasyon, enerji, su, yedek parça, kaldırılabilir, rekabet edebilir, adil vergi yükü) hizmetlerini bekler. Kısaca, Türkiye kronik enflasyon oranının yüksekliği ve siyasi istikrarsızlığı ile yerli ve yabancı yatırımcılar için cazibeli bir yatırım ülkesi olmaktan çıkmıştır.  Gelenler ise sermaye cambazıdırlar, borsa spekülatörleridir, bir nevi modern dolandırıcıdırlar. Bunların parası ülkenin hayrına değildir, başta borsayı kararsızlaştırırlar, krizleri azdırırlar!

 Sanayileşme, yeni iş yerlerin açılması, var olanların ortama uyumu için enflasyonun çok düşük oranlarda seyretmesi gerekir, bunun yanı sıra ekonomi kararlılığı hüküm sürmelidir. Enflasyonun kalıcı çok düşük tutulması içinde sanayileşmeye, yeni iş yerlerine mevcutların modernizasyonuna ihtiyaç vardır. Burada bir sistem dengesi söz konusu olmaktadır. Sistemin kararlılığı belli ana faktörlerden  ve bir çok yan faktörlerden etkilenmektedir. Şekil 1 sitemin şematik blok yapısı verilmektedir. Sistemi belirleyen bir bağın eksilmesi veya hasar görmesi tüm sistemi çökertmeden ağırlığınca olumsuz sarsabilmektedir Bir çok bağın kopması ve veya hasar görmesi durumunda ekonomi ve siyasi kaos ortaya çıkar. (Yugoslavya, Endonezya, Arnavutluk,… görüldüğü gibi. Türkiye'de ekonomik denge kararlığı daha da zayıflarsa ülke Yugoslavya gibi parçalanıp gider, Doğuda Kürdistan devleti bağımsızlığını ilan eder!)  Enflasyonla mücadelede ana ve yan faktörler sistemdeki ağırlıklarına göre dikkate alınmalıdır. Tabi ilk evvel ağırlıkların iyi tartılması gerekiyor. Örneğin;  dış sermayeden, dış yatırımcılardan bu sistemde Türkiye'de fazla beklenilmektedir, ekonomistler bu faktörün ağırlığını fazla belirlemişlerdir.  Bu beklentiler çoğu kez hayal kırıklığı ile sonuçlanmaktadır. Tabii bu sistemde toplumun beklentileri, ülkedeki olanaklarda göz ardı edilmemelidir.  Örneğin şubat 2001 krizin beklenilmeden ani ( % 40 - 50 ) oranında TL değer kaybı, dövizin  ani fırlaması, gecelik repo faizinin dört rakamda seyretmesi, 8 milyar doların bir iki günde merkez bankasından hortumlanması, zamların peş peşe gelme beklentisi, ilgili siyasetçilerin ve bürokratların basiretsizliğinden kaynaklanmakla birlikte İMF ve Dünya bankasının Türkiye'deki şartları dikkate almadan uygulamaya koydukları  programa dayalıdır. Bu krizi körükleyenler ise kısa sürede haksız yüksek kazanç elde etmek isteyen fırsatçı sermaye piyasasıdır. Bakın! 1994 krizinde bazı tanıdık fırsatçılar önceden aldıkları devalüasyon haberine göre banka ve çevreden TL çekerek,  sağladıkları döviz karı ile bir günde; kimisi lüks araba kimisi ise daire sahibi olmuştur. Bazı büyük sermaye kuruluşlarının, bazı özel bankaların

  Şekil 1. Tekno-Ekonomik Sistem Kararlığının Şematik Blok Yapısı

 kopardıklarını bir siz düşünün! Belli çevreler, başta sermaye kuruluşları, başbakanın  şubat 2001 zaafını ekranlarda pompalayıp, iyi değerlendirmişlerdir. Zaten bu çevreler enflasyonun düşüklüğünden karların azaldığından kamuoyunda yakınıyorlardı bu nedenle bir devalüasyonu yaratmak için sebep arıyorlardı. Bu fırsat onlara verildi. Tabii ki bu halk onları seçen, olaylara tepkisiz kalan,  bunun ceremesini ödeyecektir, ve de bu yeni yük altında uzun bir süre daha inlemeye devam etmeye mahkum edilecektir. (8-milyar dövizi hangi fırsatçıların, vatan hainlerinin hortumladığı araştırılmalıdır!)

 VI.   SANAYİLEŞMEDE TEKNO-EKONOMİK DEĞER KARARLILIĞI

 Petrol, hammadde rezervlerin çok kısıtlı olan Türkiye gibi ülkelerde sanayileşme ve enflasyon bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Sadece sıkı para politikasında çare aramak hatalıdır. Sanayileşme  enflasyon oranının hızlı ve kalıcı düşürülmesi için gereklidir. Kronik yüksek enflasyonun ve politik istikrarsızlığın hüküm sürdüğü Türkiye gibi ülkeler yabancı sermaye ve yatırımcılar için cazibeli değildirler. Bu nedenle onlardan fazla beklenilmemelidir. Türkiye gibi ülkelerde satılabilir, dünya pazarlarında rekabet edebilir  mal ve hizmet üretimine dayalı sanayi gelişmedikçe, mevcut sanayi günün şartlarına göre donatılmadıkça, yeni teknolojiler geliştirilmedikçe: - yeni iş yerlerinin açılması için Türkiye'ye reel kaynak, para girmez, -İç ver dış borç ödemeleri için kaynak bulunamaz, - İthalat fazlalaşır, ticaret açığı daha da büyür, - Döviz rezervleri erir, döviz bulmakta zorlanılır, döviz fiyatları yükselir  

Şekil 1 ve şekil 2'de gösterildiği gibi Sanayileşme için dış sermaye ve dış yatırımcı önemlidir. Fakat Dış destek olmazsa olmaz kuralıda doğru değildir. Bu durumlarda öz kaynaklar yerinde, para kazandıran verimli yatırımlarda değerlendirilmelidir. Türkiye'de yolsuzlukların, israfların, gereksiz devlet ve kamu harcamalarının önüne geçilmesi ile sanayileşme için küçümsenmeyecek kapital, kaynak ortaya çıkacaktır ve halkın, çalışanların  güveni kazanılmış olacaktır.  İlk adımın parlamento  içinden başlatılması doğru olacaktır. (örneğin, 550 milletvekili yerine 400 milletvekilinin seçilmesi, 36 bakanlığın yerine 14 bakanlığın bulunması, 5000 ile 10000 arasında değişen TBMM'si personelinin 1000'lere düşürülmesi, oradaki israfların, yolsuzlukların, hırsızlıkların, sahte faturaların, hayali ve şişirilmiş sağlık masraflarının ve benzerlerinin önlenmesi,..)

 Ülkenin hızlı sanayileşmesi için gerekli yapı düzenin bir blok şeması  şekil 2  gösterilmektedir. Ülkenin sanayileşmesi için bir yapı taşları mevcuttur. Bu taşların sağlam bir temele, düzenli  oturtulması gereklidir. Bunu da bizlerin kendi özgüveni, becerisi  ve gücü ile gerçekleşebilir. Dışarıdan pek fazla beklenilmesin. Hele Batılılardan hiç! Batılılardan sadece borçların silinmesi istenilsin. Ekonomi yapı taşların sağlam düzeni uzman ekipler meselesidir. Ekipler branşında uzman ve kendini kanıtlamış kişilerden oluşturulmalı ve partiler üstü çalışmalıdır. Bu ekipte üniversitelerdeki araştırmaları ve değerlendirmeleri dikkate almalıdır. Üniversiteler eğitim öğretimin yanında ülke meseleleri ile yakından daha fazla ilgilenmelidir.  Ülkenin zenginliğine katkı sağlayacak teknolojiler, bilimsel çalışmalar üretmeliler, sunmalılar. Üniversite-sanayi, Üniversite-siyasi yönetim, üniversite-halk işbirliği önem kazanmalıdır.

  Şekil 2  Sanayileşmeyi ve Enflasyonu Etkiyen Faktörler

  

Enflasyon gibi ülke, dünya  sorunları kişisel çalışmalarla, inisiyatiflerle üstesinden gelinemez.  Hele % 40-50 TL değer kaybını devalüasyon değil de dalgalanma diye nitelendiren palyaçolarla, ekran gevezeleri ile bu gibi sorunların üstesinden  hiç gelinemez. Daha dün hükümet ve İMF ekonomik programını kamuoyunda överek göklere çıkaranlar (ekran gevezeleri; köşe yazarları, patronlar, başta Sabancı ve Koç, profesör unvanlı bazı ekonomistler, v.d.) krizden hemen sonra programı ve İMF'yi  bu sefer yerden yere vurmağa başlamışlardır.  Bunlar kriz gününe kadar neredeydiler? Gerekli önlemler alınması için uyarılarını, fikir ve düşüncelerini  neden zamanında yapmadılar, neden etkili olmadılar? Ekran gevezeleri yaydıkları yaygara ve pesimist tavsiyeleri ile para piyasasını daha da kızgınlaştırıyorlar, döviz kurunu artırıyorlar, ekonomik istikrarı olumsuz etkiliyor.  Halkın moralini daha da bozuyorlar. 

Tekno-ekonomik denge kararlığını etkileyen başlıca faktörler şematik şekilde şekil 1'de sıralanmaktadır.  Yedi ana faktörden sermayenin ağırlığı belirleyicidir. Sermayenin yan faktörlerini ulusal ve uluslararası diye iki gurupta değerlendirebiliriz. Burada dış sermayede diş borçlar Türkiye gibi ülkelerde büyük önem taşımaktadır. Ülke gelirlerinin neredeyse tamamı borçlara gitmektedir, diğer işler için kaynak bulunamamaktadır. Ulusal kaynaklarda ise Vergi ve harçlarda bir denge söz konusudur. Ödemelerin, yolsuzlukların ve israfların karşılanması vergi ve harç yükleri artırılarak karşılanmak istenmesi sanayi yi çökertmektedir. Sermayenin diğer bir alt sınıfı bankalardır. Çok sayıdaki resmi ve özel banklar ülke ekonomisine yaradan çok zarar veriyorlar. (Bir iki yazımda bu konuya etraflıca değinmiştim , ve bankların birleştirilmesini ve de yerden mantar biter gibi banka açılmasının önüne geçilmesini önermiştim. Bence halkın tasarrufları öncelikle bankalar güvencesi vasıtasıyla yeni iş yerlerinin açılmasında kullanılmalıdır. Belli kişilere ucuz kredi, para dağıtmak ve personel giderlerinde harcanması için banklar bulunulmamalıdır). Yetkililerin pek dikkate almadığı bir husus ise halk tasarruflarının son yıllarda gayrı menkullere lüx-araba. villa, arsa ve dövize, ölü yatırımlara kaymasıdır.  Neredeyse tüm deniz ve göl kıyıları içinde iki ay bile oturulamayan lüks villalarla dolmuştur. Buraya yatırılan para sanayide, turizm sektöründe, konut sitelerde değerlendirebilinirdi. Dövize yatırım yapmakla da Türk Lirasının değerine darbe vurulmaktadır. Tekno-ekonomik denge kararlılığını etkiyen diğer faktörler rahatlıkla Türkiye şartlarında  olumlu yöne indirgenebilirler. Bunun için yeterli kaynak ve olanaklar, (Kapital, İnsan gücü, alt yapı, teknoloji) mevcut. Problem bunları değerlendirecek olan siyasi idaredir.  Burada en belirsiz olan değerdir. Türkiye'deki bir çok olumsuzlukların nedeni burada aranmalıdır

 Temizel'in el konulan banka önlemlerini, bazı müteşebbislerin, iş verenlerin ipe sapa gelmez iddialarla suçlanmalarını, tutuklanmalarını  yanlış buluyorum, ülke ekonomisine daha da zarar veriliyor! Temizel bakanlığı sırasında kendisi ve partisi bankalar satılırken, bankalar boşaltılırken neredeydiler? Son zamanlarda iç ve dış kamuoyunun baskısı altında yolsuzlukların üzerine gidilmeğe başlanıldı. Banka, ihale usulsüzlükleri vb.. yolsuzluklardan dolayı işverenler, müteşebbisler  vatan kurtaran şabanlar tarafından tutuklanmağa, suçlanmağa başlanılmıştır. Bence en iyi bir müteşebbis, işveren ayakta kalmak için ülkedeki günün şartlarını, olanaklarını dikkate alandır! Esas suçlu olan; bu yolsuzluklara meydan veren, bu çirkef düzeni, sistemi yaşatan  ülkedeki siyasi otoriterlerdir, ilk evvel bunların üzerlerine gidilmesi, yargılanması gerekir.  Esas yargılanması gerekenler: devletin, halkın çıkarlarını bir iki paket sigarayla, bir kaç yüz dolarla satan memurlardır, bir kaç bin dolarla satan bürokratlardır, bir iki milyon dolara satan siyasilerdir, bunlara ses çıkarmayan, tepkisiz halktır.  (İvedilikle memur yasaları gözden geçirilmelidir, memur sayısı asgari düzeye indirilmelidir. Bir çok hizmetler, servisler, çalışmalar vb..  dışarıya, özele aktarılmalıdır.) 

VII.   SANAYİLEŞMEYİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER

 Şekil 2'de sanayileşmeyi dolayısıyla enflasyonu etkileyen faktörler sıralanmaktadır. Burada iç ve dış borçlar ve bunların faizleri, devlet ve kamu harcamaları, israflar, yolsuzluklar, dünya konjöktöründe durgunluk, belirsizlik, siyasi istikrarsızlık, uygulanabilir bilimsel çalışmaların,  kalitesizliği, patent önerilerin, yeni fikirlerin. iyileştirmelerin noksanlığı v.b.  günümüzün şartlarında sanayiyi olumsuz yönde etkilemektedir. Bu değerlerin negatif yüksekliği ülkedeki iflasları, kepenk kapamaları, kaosu belirler.  Burada da sanayi ve enflasyon bir bütündür. Sanayi geliştikçe, gelir artar, yeni iş yerleri açılır, piyasada sağlıklı bir para zirkulasyonu başlar, enflasyon oranı düşer, etkisini kaybeder. Bu kararlılığın oluşması için gereksiz devlet ve kamu harcamaları, israflar,  yolsuzluklar etkisiz hale getirilmelidir, hiç değilse  belli bir düzeyde tutulması gerekir!  Bu düzey olasılık hesaplarıyla gerçeğe çok yakın tespit edilebilir. Etkiyen faktörlerin Türkiye şartlarında ağrırlıkları uzman kişiler tarafından belirlenir. Değişken faktörlerden siyasi istikrar, Dünya konjoktörü, enerji fiyatları,  doğal afetler en belirsiz olanlarıdır. Bu kararsız değişkenler hangi gelişmelerde tekno-ekonomik kararlılığı ne kadar etkileyeceği önceden bilinmesi gerekir. Hangi oranlarda enflasyonu düşüreceği veya yükselteceği önceden hesaplanmalıdır. Ekonomisi güçlü ülkelerde hükümetlerin ekonomik programları hedeflenenlerin çok altında, küçük bir yanılma payı ile gerçekleşmektedir.. Türkiye de ise siyasi ve ekonomik programlar hedeflenenlerin çok altında hatta bazen fiyasko ile sonuçlanmaktadır.  Buradaki başarısızlığın esas nedeni,  programların uzman kişilerce ve yeteri itinalı hazırlanmadığıdır.  Sanayi ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de siyasi ve ekonomik programlar üniversitelerin, uzman kurulların danışmanlığı altında hazırlanmalıdır.   

  Ekonomiden sorumlu kişilerin, Başbakan, bakanların kamuoyunda olabilir,  edebilir,   gelişebilir  ve benzeri belirsiz açıklamalar yerine olacaktır, gelişecektir, edecektir, düşecektir belirli ve kesin ifadeleri kullanmaları gerekir. İçime sindiremiyorum gibi masumane, acizane açıklamalar; acizliğin, zavallılığın göstergesidir, o mevkide  hoş karşılanamaz. Bizim alternatifimiz yoktur, bizler çekilirsek ülke batar, (ülke zaten batırılmıştır, gelirlerin  yarıdan fazlası borçların ödenmesine ayrılıyorsa o devlet batmıştır denildiğini unutmuşlardır herhalde). ve benzeri beyanlar, sağlık, doğruluk onurluluk prensiplerine ters düşmektedir. Böyle durumlarda, batılı demokratik ülkelerde görüldüğü gibi  yönetimin kendisini aynı gün içerisinde feshedip, yenilemesi gerekirdi.  Krize neden olan hükümet 2, 3 sene evvel daha iyisini yaparım iddiası  ile  kurulmuştur,  daha iyi yarınlar adına uyguladığı ekonomi programları ile halkın çoğunluğunu sıkıntıya sokmuştur.  İki , üç sene sonra devleti batırdığı halde hiçbir şey olmamış gibi yerinde durması ne doğrulukla, ne dindarlıkla ne Türklükle ne milliyetçilikle nede sosyal demokratçılıkla bağdaşmaz.  

 VIII.  YENİ FİKİR VE  ÖNERİLERİN,  PATENTLERİN  SANAYİLEŞMEDEKİ YERİ

 Ülkelerin zenginliği; petrol, gaz,  maden gibi doğal rezervleri yanında mal ve hizmet ürünlerin kalitesi, içte ve dışta satılabilirliği ile  orantılıdır. Tabi bunların yanında mal hizmet ürünlerinin Dünyanın her bir tarafında bulunan pazarlara satabilecek liberal bir diş politikaya da ihtiyaç vardır.  Pazar şansının devam etmesi içinde sürekli kaliteli, ekonomik, yeni cazibeli mal ve hizmet üretimi diğer bir şarttır.  Bunların gerçekleşmesi içinde yeni fikirlerin, önerilerin üretimi kadar bu fikir ve önerilerin teşvik edilmesi, yerinde değerlendirilerek geliştirilmesi de çok önemlidir.  Türkiye  dışarıdan satın alınan, kiralanan teknolojilerle, patentlerle ürettiği mal ve hizmet ürünleriyle dış pazarlarda gereği gibi rekabet edemez, zaten rakip ettirmezlerde!

 III. Dünya Devletleri, Türkiye  ekonomik ve siyasi kaostan kurtulmayı arzu ediyorsa, yeniliklere tamamen acık olmalıdır, yeni fikirleri, önerileri kendisi üretmelidir, uygulanabilirliğini değerlendirmelidir. Kısaca yeni teknolojilerin geliştirilmesine değer vermelidir. Günümüzde sanayisi gelişmiş zengin ülkeler, (örneğin Almanya, ‘Neue İdeen schaffen Arbeitsplatze “  Türkçe’si: Yeni fikirler yeni iş yerlerini açarlar) her türlü yeni fikirlere, önerilere açıkken, bunları teşvik ederek değerlendirirlerken, Türkiye de ise, başta Ankara” daki patent enstitüsü,  insanı bin pişman ediyor. Patent öneri sahiplerini yolunacak kaz, enayi gözü ile bakıyorlar. Türk patent enstitüsü öneri sahiplerine yardımcı olacaklarına, sunulan önerileri değerlendirip geliştireceklerine ilgilenenleri haberdar edeceklerine patent-öneri sahibini nasıl yolacaklarına ve daha sonra nasıl savsaklayacaklarına bakıyorlar.  Dışarıda çalışan patent büroları ile ortaklaşa çalışıyorlar! İnsanı patent önerisi sunduğuna, o binaya girdiğine bin pişman ediyorlar. (O kuruma Eylül 1998 üç patent önerisi ile başvurdum, (Mobil nuklear enerji santralleri, Güneş bacalı bina yapımları, Güneş ısıl tankları, küçümsenmeyecek masrafım ve zaman kaybım oldu. Sonunda bu kurumdan hayır yok diye de ilgimi kestim! Enerji üretiminde su katkısı, Sualtı  suüstü yüzer köprüler, Yüzer ada yapımları, gibi patent önerilerimi o kuruma sunmaktan da vazgeçtim!) Türkiye’de sanayileşme çalışmalarında bu kurumun, Türk patent Enstitüsünün,  çalışmaları, faaliyetleri gözden geçirilerek  denetlenmelidir. Patent enstitüleri her öneriyi kabul ederek değerlendirmeğe tabii  tutmalıdır. 

 Öneriler, yeni fikirler Türkiye’de teşvik görmelidir. İnsanlarımız başta okuldaki  öğrenciler, gençler bu yönde motive edilmelidirler. Enerji ve sağlıklarını kahve köşelerinde, meydanlarda, diskolarda, barlarda harcayacaklarına uyuşturucu müptelası olacaklarına, daha iyi, kaliteli bir yaşam, gelecek için   daha kaliteli, daha verimli, daha yeni  mal ve hizmet ürün üretimlerine değerlendirmelidirler. Her yönüyle daha iyi bir Türkiye uğruna inatla mücadele vermelidirler, üretmelidirler. (Esasında Allah aşkı, insan sevgisi yanında zorluklara karşın mücadele yaşamın diğer bir sırrıdır.) Bu konuda okullar, üniversiteler öncelik ve öncülük yapmalıdırlar. Türkiye’nin  vatan kurtaran şabanlara,  meydanlarda, sokaklarda bağıran, sızlanan, yalvaran; kahve köşelerinde, ekranlarda gevezelik eden şarlatanlara da ihtiyacı yoktur. Türkiye’nin çalışan, üreten sağlıklı insanlara gençlere, yöneticilere ihtiyacı vardır.  Türkiye'den kaçmak, daha iyi bir yaşamı ve geleceği dışarıda aramak, lanet edip ülkeyi tamamen geri zekalılara teslim etmekte  ta çıkar yol değildir. (Her gence, her insana süreli bir yurt dışı imkanı, tecrübesi teşvik edilmelidir). 

 Her insanda bir çok yaratıcı, geliştirici, üretici gibi yetenekler potansiyeli vardır.  Bunların uygulamaya yönelik değerlendirilmesi, geliştirilmesi siyasi, çıkar nedenleri ile aksatılıyor.  En basit örnek,  yurt dışındaki vatandaşlarımız başarılı uyum içinde çalışırlarken, oradaki yasa ve yönetmeliklere uygun davranırlarken Türkiye'de tam tersi gözleniyor. Almanya, Japonya, ABD, İsveç gibi ülkeler ekonomik zenginliklerini ürettikleri ve değerlendirdikleri yeni fikirlere borçlu olduğunu herhalde bilmeyen yoktur. On dokuzuncu asrın başlarında Almanya, İsveç, açlıktan kırılırken, halklarının yarıya yakını Amerika!ya göç ederken, bugünkü refah düzeylerini buldukları, geliştirdikleri ve uyguladıkları patentlerle sağlamışlardır. Örneğin İsveç dinamit,  rulman, volvo motor, gibi patentleri ile ve demokratikleşme, fırsat eşitliği, emeğin karşılığı, liberal dış politika gibi sosyo-siyasi reformlarla eski sıkıntılarından,  yoksulluk krizlerinden kurtulmuştur! Türkiye’de ise hala birbirimizin kuyusunu kazmakta, birbirimizin mal ve hakkını gaspedmeklte, devleti batırmakta, kazıklamada  yarış ediliyor.  

IX.   IMF- DÜNYA BANKASI EKONOMİ PROĞRAMLARI

 En iyi İMF ve Dünya Bankası Ekonomi Planı,  yok olanıdır! Bunların planını uygulamaya mecbur edilen devletlerin çoğunluğu daha da batmışlar, borç batağına girmişler, iflas  etmişlerdir. Seksen yıllarında yurt dışında iken bir ara İMF ve Dünya Bankası Meksika ekonomisinin çok iyiye gittiğini ilan ediyordu, bunun içinde yabancı sermayeyi oraya yatırımlara özendiriyordu. O sıralarda bir Alman kanalında Meksika ile ilgili bir programı tesadüfen izlemiştim. Yansıyan görüntülerden Meksika ekonomisinin, söylenilen kadar hiç te iyi olmadığını sezmiştim. Lüks içinde yaşayan küçük azınlık, çok güç şartlarda, sefalet içinde yaşayan, yolsuzluklar altında inleyen bir çoğunluk görüyordum! Bir hafta sonra Meksika'nın iflasını haberlerden öğrendim, borçlarının ertelenmesini istiyordu, doğal zenginliklerini Batılılara ipotek ederek yeniden borç para arıyordu. Benzeri durum Lübnan, İran, Yugoslavya, Endonezya, Rusya gibi ülkelerde de söz konusu olmuştur. (Yugoslavya parçalanarak kaosa boğulmuştur, Endonezya hala kaos batağında, Latin Amerika Ülkelerin iki yakası tün doğal zenginliklerine rağmen gelmiyor, İsrail'de  ise enflasyon oranı %1000'lerden % 1'lere İMF ve Dünya Bankası ekonomik programları ile değil, yurtdışındaki Yahudilerin desteği ile, kendi çabaları ile  kısa sürede inmiştir.

 İMF'nin Türkiye'ye uygulattığı Ekonomik program, (sıkı para politikası) ta başta çok hatalıydı, örneğin Türkiye gibi ülkelerde Ziraat, konut, ulaşım, siyasi reformlar, bu reformların desteği gerekirken, dikte ettirilen dış kaynaklı ekonomik programlarla Türkiye kendi kendine yetmez, üretmez, dışa daha da bağımlı bir duruma getirilmiştir İMF v Dünya Bankasının uygulattırdığı programa karşın ben modern ziraata ve tarıma ve de ziraata dayalı basis bir sanayiye, gıda  sanayine, yapı ve ulaştırma sanayine ağırlık verilmesi gerekir diye düşünüyorum. Türkiye her şeyden evvel  halkın karnını sağlıklı, ucuz ve yeterli doyurabilmesi,  başını koyabilecek ucuz konutu karşılaması gerekir. Maalesef Türkiye bugün İMF ve Dünya Bankası politikaları ile kendini besleyemez hale getirildi.  Et, meyve, yağ, şeker, un gibi temel gıdalar dışarıdan borç para dilenerek satın almağa başlamıştır.  Uygulanan bu programlar sayesinde Türkiye'de satın alınacak, kiralanacak konut bulunmaz oldu. Bulunanlara ise astronomik fiyatlar nedeniyle yaklaşılamıyor. Kazanılan maaş kuru kiraya bile yetişmiyor. Amerika ve Avrupa'nın bir çok kentinde Türkiye'den daha ucuza konutlar satın alınabiliyor, kiralanabiliyor!

 Enflasyonun düşürülmesini hiç olmazsa tırmandırılışını önlemek için İMF ve Dünya bankası tarafından hükümetlere uygulattırılan yöntemler bugün Türkiye’de çok geçersizdir.  Enflasyon kanser misali içten ilerlemektedir. Kalkınma, büyüme hızları donduruldu.  Hiçbir iş yeri açılmıyor, bir çok iş yeri kapanıyor.  Hiçbir kuruluşa yeni eleman atanmıyor, buna karşın her yıl iş yeri arayanlar çığ gibi büyüyor.  İşte bu durgunluktan başta piyasada beliren döviz rezervinin sanayileşme girişimlerine kaydırılmaması, gereksiz ithal mallarında harcanması sorumsuzluktur. Enflasyon ne şahsi mesele yapılmakla, ne de kuvvetle inanmakla düşürülemez ne de hokkabazlıkla, rakam cambazlığı ile önlenemez.  Enflasyonu 6 - 7 sene zarfı içinde o müsait şartlarda indirip durdurmayı bırakın % 100’lere tırmandıranlar bin sene de geçse 100 milyar dolar da ellerine verilse enflasyonun hakkından gelemeyeceklerdir, ülkeyi tamamen batağa, kaosa süreceklerdir .  Bunların yapacağı tek şey, varsa defolup gitmeleridir.  Böylece enflasyonun mücadelesinde ilk yapıcı adım atılmış olacaktır. Türkiye'deki olanaklar ve şartlar dikkate alınarak ekonomik planlar hazırlanmalıdır. 

 Özetlenecek olursa, IMF ve Dünya Bankasından; - İç ve dış borç ödemelerinin kaldırılması, - Veya uzun bir süre için borçların  faizsiz dondurulması, - Borca karşılık belli bir süre için mal ve hizmet takası gibi uygulamalar istenilmelidir. Dış borç sorunu  BM'lere taşınmalıdır.  İMF ve Dünya Bankası gelişmekte olan III. Dünya Ülkelerine, ekonomisi sıkıntıya düşmüş diğer ülkelere destek vermekte devam etmelidir.  Kendi çatısı içinde programlar hazırlatıp uygulattıracağına, ilk başta o ülkedeki üniversitelerle, sanayi kuruluşların ileri gelenleri ile işbirliğine girip ortak programlar, kalkınma, iyileştirme projeleri hazırlaması daha sağlıklı olur kanısındayım. Kaynak verilmeden evvel bu kaynağın amaca uygun olarak kullanılıp kullanılmadığı değerlendirilmelidir. Gerekli siyasi reformların, demokratikleşmenin, insan hakkı ihlallerinin, eğitimdeki reformların söz konusu edilmesinden kaçınılmamalıdır, bilakis bunlar şart koşulmalıdır. Adı geçen kuruluşlar zordaki ülkelerdeki üniversitelerin kaliteli eğitim-öğretimini, bilimsel çalışmalarını, yeni teknoloji arayışlarını desteklemelidir.  Üniversiteler ülkelerdeki kalkınmanın, zenginliğin motoru olabilirler.

X.  SONUÇLAR

 Enflasyonun aşağıya çekilmesi, sanayiinin gelişmesi için:  

·         İç ve dış borçların tasnifi, geri ödenmemesi ve, veya dondurulması istenilmelidir

·         Yolsuzluklar, israflar, gereksiz harcamalar önlenmeli, teşvikler sınırlandırılmalıdır

·         Vergi ve harçlar makul olmalıdır.

·         Gerçek, kalıcı  enflasyonla mücadele sanayileşme ile mümkündür. Kaynaklar iç ve dış pazarlarda satılabilir, kaliteli mal ve hizmet üretim sanayisine kaydırılmalıdır, sanayileşme ve enflasyonla mücadele bir bütün olarak değerlendirilmelidir,

·         Devlet ve kamu sektöründeki bir çok hizmetlerin özel sektöre devredilmelidir. Devletin, Belediyelerin işveren, fabrikatör, pazarlamacı, satıcı, hayır kurumları konumundan çıkarılmalıdır.

·         Devlet kontrolünde total serbest piyasa; Devlet, ekonomi, ticaret  piyasasından tamamen çekilmesi gerekir, ayakta kalabilen kalır, tutunamayanlar çekip gider. 

·         Döviz kurlarında ve petrol fiyatlarında sürekli artış gözlenirken, milli paradan kaçınılırken,  ihracat düşerken, dış ticaret açığı büyürken enflasyonun tek rakamlı sayıya  indirileceğinden bahsetmek ciddiyetsizliktir, saçmalıktır!!! 

·         Üniversiteler kaliteli eğitim- öğretimin paralelinde ulusal ve uluslararası meselelerle yakından  ilgilenmelidir. Ülkenin kalkınmasına, sanayileşmesine katkı sağlayacak bilimsel çalışmalar yeni teknolojiler sunmalıdırlar. Ülke meselelerinde uygulanabilir, alternatif çözümler üretmeliler. Üniversite-sanayi işbirliği önem kazanmalıdır. Bence siyasi reformlar yanında üniversitelerde de reformların gerçekleştirilmesi gerekir, üniversitelere çeki düzen verilmelidir.

 Sözün kısası,

Hangi siyasi eğilim, otorite ve-veya kişi-kişiler gelirse gelsin, günümüzün Türkiye şartlarında; iç ve dış borçlar kaldırılmadıkça, yolsuzluklar, devlet ve kamu israfları önlenmedikçe, “Vatandaş, halk; sömürülmesi, sağılması için güdülmesi gereken insani-hayvan sürüsüdür, Devlet malı deniz, çalmayan keriz” beleşçi devlet zihniyeti sürdükçe, Vatandaş, halk çaresiz, zavallı, suskun, tepkisiz, korkak kaldıkça, Çoğunluk hep devlet babadan bekledikçe ve her fırsatta devleti kazıklamağa, yolmaga kalktıkça; enflasyonun, yoksulluğun, kaosun üstesinden gelinemeyecektir, Yeni anayasa, yeniden yapılanma, yeni isim arayışları ile sadece vakit kaybedilir.

 LİTERATÜR

H.  Özden. "2000 yıllarında Türkiye'de Sorunlar, ...  " 
Kitap, Uşak Müh. Fak. Mak. Müh. Böl. 1999 Uşak