AGUSTOS 2012,  ALMANYA´DA BAZİ İZLENİMLERİM!

 

Sizlerin mübarek ramazan bayramınızı sağlıklı, huzurlu birlikte nice güzel bayram dileklerimle kutlar, saygılarımı sunarım.

H. özden

Berlin, 19.8.2012

 

Bayram tatilinde Almanya’da bulunuyorum. Buradaki bazı gözlemlerimi ilginizi çeker düşüncesiyle sizlerle paylaşmak istiyorum. Yazı hatalarımdan ve olası verdiğim rahatsızlıktan dolayı hoş görünüze sığınıyorum.

…………..

1.     Almanya da öğrencilik yıllarımda Hannover üniversitesinin önünde bulunan ve bir ucu şehrin merkezinin içine kadar uzanan, diğer ucu ise 2–3 km lik ta Silo Öğrenci Yurtlarına kadar uzan büyük ve geniş alanlı parkta öğrencilik yıllarımda yeni, yeni dikilen ağaçlar kocaman olmuşlar. Kimse bu ağaçları yerleri yaprak ve meyveleri ile kirletiyor diye kesmediler, kelbaş budamadılar! En önemlisi bu paha biçilmez alanı birileri (siyasetçiler, mafya, bürokratlar, belediye v.d.) imara açıp, parselleyip satışa çıkarmadılar, talan etmediler, kendi aralarında yağmalamadılar, büfelerle, gazinolarla, cay bahçeleri ile kamu binaları ile ve mafya, belediye otopark alanları ile yeşil alanı talan, rezil etmediler. İçine bildim bileli tek bir bina, kulübe dahi kondurmadılar. Türkiye´de olsaydı ne olacağını siz de düşünün.

İnanmayanlardan, dünyaca ünlü Hannover Endüstri ve Bilgisayar Elektronik fuarlarına katılanlar bu yeri, bu alana entegre edilen dünyaca ünlü bahçeleri gezip yerinde görebilirler. Belediye başkanlarına, imar müdürlüklerine, siyasetçilere yurt dışı gezilerinde bu gibi yerleri de gezip görmeleri önerilir. Özellikle yeşil alanlar evsizlerin, barksızların, ayyaşların, işsizlerin rezil insanların otağıdır, reviridir;  serserilerin pislik yuvasıdır, benzeri diyen ünlü torpilli gazetecilere köse yazarlarına bu gibi yerleri gezip görmeleri önerilir!

 

Türkiye’nin riskli bir deprem bölgesinde bulunması nedeniylede, her semte yeşil park alanların bulunması gerekiyor. Bunun dışında en önemlisi şehir içinde mahallelere ve semtlere dağıtılan ağaçlı yeşil alanlı büyük parklar şehir içi bina çöllerinde birer vaha gibi hayati değer taşırlar.   Şehir içersinde bulunan ağaçlı yeşil alanlar insanların mutlu, sağlıklı yaşamalarına, yaratıcı olmalarına olumlu yönde etki ettiği gibi çocuklarında temiz havada arkadaşları ile oynayarak, kaynaşarak hareket ederek bedenen daha sağlıklı büyümelerine, gelişmelerine kişilik kazanmalarına katkı sağladığı da hatırlanmalıdır. Sadece çocuklar için değil büyükler yaşlılar içinde önem taşırlar. Ağaçlı yeşil alanlar Semtlerin, mahallelerin, şehirlerin birer açık mega klimalarıdır! Özellikle yazın kavurucu sıcaklarında serinletici etkileri hissedilmektedir, Ağaçlı yeşil alanlar sokaklardan havaya karışan tozları da büyük ölçüde elemektedirler. Az daha unutuyordum, çevreye havaya bol oksijeni verirler. Edremit Körfezi, Ayvalık çevresi yüksek oksijenli temiz havası ile astım hastalarına çok iyi gelmektedir. Bu güzel havanın kaynağı çevredeki ağaçlı bol yeşil alanlardır, zeytin, cam ağaçlı ormanlar, meyve ağaçları ve verimli yeşil tarlalarıdır… Maalesef her gecen yıl burası da talan edilerek, plansız ve aşırı yazlıklarla bozulmaktadır. Şehir içindeki ağaçlı yeşil alanlar yağmur suların toprağa, yer altı sularına daha iyi  ve daha fazla karışmasına ve belirli ölçüde selleri, su baskınlarında önleyebilmektedir.  Bir de bir çok canlılara kuşlara, böceklere v.d. yaşam alanı sağlanmasında, eko sistemin korunmasında yaradığı da göz ardı edilmemelidir. Maddi çaresizlikten ve veya rahatsızlıklarından sokaklarda barınan insanlara lümpenler, serseriler, tinerciler, ayyaşlar diye hakaret eden, aşağılayan  havalı gazetecilere duyurulur! (Her nedense Türkiye medyasında bu sevimsiz tipler şef,  müdür vb. yapılıyor. Bu gibi sakat tipler de medya patronların işine geliyordur; onları istedikleri gibi kullanabiliyorlar)

 

2.     Caddeler yöreye uygun elverişli çeşitli ağaçlarla meyve ağaçları ile ve çalılıklarla yemyeşil düzenlenmiştir.  Kimse bu ağaçlar yolları kirletiyor, böceklerin, sineklerin çoğalmasına, toplanmasına olanak veriyor diye şikâyette bulunmuyor, yada gizli ağacı kurutmuyor, kelbaş ( gizli kurutma, odun kereste, yada önün açılması amaçlı ve ehilsiz kiksilerce budanması) budamıyorlar. Evlerin önündeki caddelerde yerlerde erik, elma, kızılcık, yabani kestane, yabani fındık, ıhlamurlar, cevizler ve ağaç yaprakları kimseyi rahatsız etmiyor…

 

3.     Frankfurt´taki üniversiteye Almanca dil hazırlık sınıfı öğrencilik yıllarımda (Studienkolleg) kaldığım Katolik Kilisesi Öğrenci Yurdunda, boş zamanlarımda, hafta sonlarında ücret karşılığı çalışmıştım. Orada ektiğim meşe, ıhlamur, alman kavağı ağaçları devasa büyüklüğe ulaşmışlar. Ağaçların bir kısmını yurt müdürü ile birlikte Frankfurt havalimanına yakin ormanlık alandan ağaç fidanlarını söküp dikmiştim. Kimse bu ağaçların yaprakları çimenleri kirletiyor, yada dış görüntümü engelliyor veya sineklerin, sivrisineklerin çoğalmasına sebep oluyorlar diye ağaçları yok etmedi yada gövdeden kelbaş budamadılar. Yurttaki bu yeşil alan müdür, memur ve hizmetliler için özel ek konutlarla talan edilmedi. (Türkiye’deki okulları göz ününe getirin, öğrencilerin okul bahçeleri ek binalarla doldurulmuş ve kalan acık yerlerde özel park olarak değerlendiriliyor. (sonrada bazı özel zekalılar öğrencilerin kemikleri gelişsin diye sınıf içinde sıralarında ayakta jimnastik hareketleri yaptırarak hava da atıyorlar. Ne demeli diploma belgeleri ile ne yazık ki akıl alınmıyor, dagitilmiyor. Ana ve babalara önerim; çocuklarını yazdıracakları okulların bahçelerinin büyüklüğüne, ders programlarında çocukların bedensel gelişmelerine katkı sağlayan haftalık aktivitelerin, spor ders saatlerine de baksınlar!

4.     Berlinde bir zamanlar kaldığım Moabit semtini ziyaret ettim. Bu semte Kreuzberg gibi Türklerin sayısı hayli çok ve her adımda bir Türk bekalını, marketini kahvesine, dönerci, lahmacuncu, tatlıcı baklavacı dükkanlarını  v.d. bulabilirsiniz, İzmir den farksız, ve yolda Türkçe konuşmalara tanık olursunuz. Sokaklarında Almanlardan çok yabancılar, özellikle Türkler ve Araplar bulunmaktadır. Eskiden bu semtteki Hertie, Kaufhale, Volworth, Bilka gibi büyük 3-7 katli mağazaların hepsi tarihe karışmış. Türkiye’deki Bim benzeri; Aldi, lidl, Penny, Rewe, Reichelt gibi marketler dolmuş.

5.     Almanya’da öğrencilik yıllarımda mağazalar, dükkanlar hafta içi 18.30, cumartesi 13.00 kapanıyordu ve  saat 19. 00 dan sonra  sokaklarda, caddelerde adres soracak kimseye rastlanılmıyordu. Şimdilerde ise dükkânlar mağazalar geç vakitlere kadar açık, sokaklar insanlarla ta gece yarılarına kadar dolu. Özellikle parklar;  penner (sokaklarda barınan kader kurbanları, işsizler, evsizler, parasızlar diğer adıyla ayyaşlar, serseriler) ve uyuşturucu müptelası erkek kadın genç insanlarla dolu. Eskiden böyle görüntülere bu yoğunlukta rastlanılmıyordu. Tren istasyonlarına yakin yerlerde,  sokak ta yaşayan insanlara belli saatlerde yemek dağıtıldığını üzülerek izliyorum. Bir öğün yemek için bekleyen insanların, gençlerin sayısın Almanya´da (Berlin Zoologischer Hauptbahnhof´ta) hayli kalabalık oluşu da ciddi üzücüdür. Öğrencilik yıllarımda bu görüntüler hiç dikkatimi çekmemişti, Berlin´e ilk geldiğimde burada yemek dağıtan konteynır bulunmuyordu, yoktu da. Yemek bekleyenlerin içersinde Almanlar kadar ve yabancı gençlere Türklere de rastladığımda daha da üzülüyorum. İnsanların gençlerin bu hale düşmesi insanın içini parçalıyor. Allah kimseyi bu duruma düşürmesin demekten elimden hiç bir şey gelmiyor.)

6.     Eskiden Almanya sokaklarında türbanlı hanımlara pek ender rastlanılıyordu, Birinci nesil çalışan biraz yaşlıca Türk bayanların çoğunluğu başörtü tercih ediyorlardı. Şimdilerde ise her yaştan türbanlı bayanlara özellikle türbanlı genç örgenci kızlara sıkça karşılaşılmaktadır. Bu ramazan bayramında Almanya da sıcaklıklar 30 ile 40 dereceye yükselmiş. Kadın erkek her yaştan insanlar kısa pantolonlarla şortlarla sokaklarda. Hafta sonu ise yarı çıplak, bikinilerle parkları doldurup güneşleniyorlar. Yolda otobüste Almanların türbanlı aşırı kapalı giyinmiş vatandaşlarımızı süzüp, kendi aralarında bunlar bu sıcağa nasıl dayanabiliyor diye soruyorlar.

7.     Berlin Şehri; her gecen yıl gelişiyor, büyüyor, kalabalıklaşıyor. Yüksek büro, otel binalarının sayıları artıyor. Hafta sonları Berlin sokakları dışarıdan gelen yerli ve yabancı ziyaretçilerle sokaklar, kahvehaneler, gazinolar dolup taşıyor. Öğrencilik yıllarımda, duvarlar yıkılmadan evvel Berlin çok, çok tenha ve sakin bir taşra kasabası gibiydi kimse burada geleceğini düşünmüyordu. Duvarlar yıkılmadan evvel Alman Devleti ve Berlin Eyaleti Bati Berlin´de insanların kalması için bir çok teşvikler ve yatırımlar yapıyordu. Eskiden Berlin yerine Hamburg ve Hannover gezip görülmek ve yasamak için rövanşta olan şehirlerdi. Duvarlar yıkılıncaya kadar hafta sonları Hamburg çok yerli ve yabancı turist çeken şehirdi. Özellikle Barları ve kadınları pornografisi ile meşhur Santpauli semti çok popülerdi birde Pazar günleri Hamburg un ünlü Fisch Markt denilen pazar günleri çok erken saatlerde kurulan meyve ve balık pazarı rövanşta idi. (Hayatımda hiç görmediğim, yemediğim meyveleri arkadaşlarla oradan çok ucuza kasalarla alıp öğrenci yurdunda yiyorduk. Berlin de şu sıralar diğer dikkat çekici diğer bir gelişme; Alman Gençleri Berlin de çalışmayı, yerleşmeyi arzu ediyorlar hatta bunun içinde çok düşük ücretlerle çalışmaya razılar. Şu sıralar Alman ve yabancı genç öğrencilerin Berlin üniversitelerine olan  rağbeti hayli fazla, bu gidişle buradaki bütün bölümlere numerus klausus denilen seçme ve yerleştirme yöntemi uygulanacaktır!

Berlin´de eskiden eyaletin teşvikleri ile dükkân, ev, arsa alan, iş yeri açan Türkler ve duvarlar yıkıldıktan hemen sonra kazançlarını Berlin de arsa ve konutta değerlendiren Türkler çok iyi bir yatırım yapmışlardır. Daha dün 2007-2008 de 90000 euroya satın alınabilen bahçeli evler bugün 400000 Euroya yükseldi. 6-7 sene evveline kadar metre karesi 800 Euro ile 1000 Eura ya daire satın alınabilirken bugün metre karesi 10000 kadar çıkmıştır. Ben gibi zamanında bu fırsatı bir şekilde değerlendirmeyenler ise üzülüyor.   Berlin de ucuz konut sıkıntısı yaşanmağa başlanmış, özellikle fiyatlardaki bu artış örgencileri etkilemiş, öğrenciler için kalacak yer sıkıntısı çekiliyor.

IKEA, Türkiye´de de bildiğimiz Finli mobilya alışveriş merkezleri,  Berlin deki bu konut potansiyelden yararlanmak için yakında konut üretimine başlayacakmış. Aslında güzel yerinde bir proje;  mağazasındaki mobilyaları, nalburiyeleri v.d. tek elden yüksek kazançlarla konutlarda değerlendirecektir. Türkiye’deki mütahidlerin herhalde bu gelişmelerden pek  haberdar değillerdir. Türk girişimcileri, Türk mütahitleri içinde Berlin, Almanya büyük bir Pazar. Burada Almanlar, Türkler ve diğer yabancı vatandaşlar icin ucuz konutlar, yurtlar, gökdelenler, alışveriş merkezleri, kurabilirler, Vakıf üniversiteleri açabilirler, Özellikle Almanya da geri zekalılar okullarına maksatlı gönderilen Alman okullarında kakılan, kötü muamelelere tabi tutulan, ayrımcılığa uğrayan Türk ve yabancı çocukları için de burada özel okullar, kolejler açabilirler. Almanlar Türkiye de Almanca İngilizce sözlü vakıf üniversiteleri kuruyorlarsa, benzeri Almanya da da oradaki Türk gençleri içinde Türkler tarafından açılabilinmelidir. (Almanya okullarında özellikle Türk örgencilerine uygulanan, uygulanmasında göz yumulan ayrımcılık, kakılmışlık muamelesi nedeniyle Almanya’da her şeye rağmen liseyi bitiren öğrenciler Alman üniversitelerinde okumaya pek hevesli değillerdir. Bu olumsuz uygulamaların, gelişmelerin de doğruluğun boyutları tespit edilmelidir. Bakin, yeni almanlar tarafından yapılan bir ankette, Alman okullarında okuyan Türk çocukların memnuniyetsizliğini doğrulamıştır. Türk Devleti burada doğup büyüyen Türk çocukları içinde ilgilenmelidir, öksüz muamelesine tabi tutulmamalıdırlar )

8.     Gıda, giyim, elektrik- elektronik, Televizyon, bilgisayar gibi medya ürünlerinde ve konut fiyatlarında, yakıt fiyatlarında gecen seneye nazaran hissedilir bir artış olmasına rağmen, Almanya’daki fiyatlar Türkiye ile kıyaslandığında hayli ucuz. Örneğin İzmir de şehirde arabama doldurduğum gazin litresi 2.30 ile 2.40 TL arasında değişirken burada Berlin de şehir içinde ortalama 1.6 TL olduğunu hesaplıyorum. Benzin ve Dizel fiyatları da Türkiye’den ucuz, özellikle Biyodizel çök, çok ucuz! Aslında Türkiye´de daha ucuz olması gerekiyorken, sizce neden pahallıdır?

9.     Türkiye’de kamuoyunda, herhalde maksatlı olarak Avrupa deki ekonomik kriz biraz abartılmaktadır, buna kıyasla Türkiye’nin çok daha iyi bir durumda olduğu söylenmektedir. Geçenlerde Alman Stern Dergisinde Avrupa ülkelerinin Borçları ile ilgili bazı grafikler dikkatimi çekti; Türkiye’de kötülen İspanya, Yunanistan, İtalya gibi ülkelerin Sterndeki grafiklerine baktığımda hiç te açınacak bir durumda olmadıkları görüşüne vardım, Örneğin Almanya´nin Devlet Borçları katrilyon doları bulamakta iken, ülkedeki zenginlerin mal varlıkları bu borcun neredeyse 7–8 katidir. Almaya daki en zengin, kilisenin, mal varlıkları Almanya nin devlet borçlarından hayli yüksektir! (Alman Kilisesi Alman Devletinden daha zengin!). Yunanistan’da devlet borcu milyarlar üzerinde iken, Yunanlı zenginlerin, firmaların mal varlıkları bu borcun kat, kat üstündedir.  İspanya ve İtalya da benzeri durum hâkim. Türkiye’de reel yani birilerini memnun etmek için çarpıtılmayan durum sizce nasıldır? Türkiye devlet yönetimi döviz uğruna vatani parselleyip yabancılara satışla övünür hale geldi, buda Türkiye ekonomisinin ne kadar iyi yönetildiğini gösteriyor….

10. Gözlemlerimde en ilginç bulduğum! Almanya’da bulunan Türk marketlerinde Türkiye den getirtilen ürünlerin Türkiye deki fiyatlara kıyasla (aynı ürünlerin)  burada çok daha ucuza satılmasıdır. Nedeni sizce ne olabilir: a) Burada imal edilip Türk ürün paketi yapıştırılıyor, b) Türkiye’den çok ucuza ihracat ediliyor, hayali ihracatla devletten haksiz kazanç elde edilmesi için kullanılan bir yöntem, c) Türkiye’de ki firmalar dostlar alışverişte görsün misali ucuza ihracat ediyorlar, d) Türkiye’de ki marketler bu ürünlere büyük kar oranları yansıtıyorlar, e) Türkiye de devletin, belediyenin vergileri, harçları çok yüksek, fiyatlara yansıtılıyor…

       Doğru olanı sizce hangisi yada hangisidirler!

11.  Almanya Berlin sokaklarında gözlemlediğim ve üzüldüğüm bir iki görüntüyle yazıma devam etmek istiyorum. Steglitz Berlin´de çarsı sokağında çocuk arabaları ile çarşıya çıkmış iki türbanlı Türk genç bayan dikkatimi çekti! Berlin´in çok nemli sıcağında kat, kat kapalı giyinmiş türbanlı bayanların dış entarileri ceket palto tipi bir giysi, yeri süpürür şekilde uzun tutulmuş. (Herhalde malum birileri tip hocalardan birileri, bunlara; ne kadar uzun ve ne kadar kapalı giyinirseniz ve siyahlara noneler gibi bürünürseniz, o kadar sevap kazanırsınız, cennette yerinizi hazırlarsınız gibi önermiştir. ) Bu hallerine ağlarmısınız, üzülürmüsünüz gülermisiniz! Ben üzüldüm, isyan ettim. Benim kimsenin giyim tarzına söz söyleme hakkım yoktur tabi ki, her kes kendine yakışanı ve kendini iyi hissettiği şekilde giyinme hakki vardır. Fakat bir Müslüman olarak bu görüntü hakkında görüşümü, düşüncemi burada yazmak istiyorum.  Bakın, İslam dini yenilikçiliktir, değişimdir, çağa uyumdur, İslam ilimdir, aklidir, uygarlıktır, ahlaktır, temizliktir, zenginliktir… Yeri süpürür şekilde uzun tutulan entari, ceket, giysi sokağın bütün pisliklerini, mikropları, bakterileri, virüsleri  üzerine çekip bedene ve evin içine, ibadet yerlerine taşıdıklarından da habersiz bir kör dini inanca bağlılar. İslam dininde de reformlara gidilmelidir, Bazı dini uygulamalar, inançlar;  Kutsal Kitabimiz Kuranı Kerime göre değerlendirilmelidir….

12.  Bu yaz Almaya´da sıcaklar; Türkiye´nin sıcaklarını aratmayacak yüksekliğe 30-40 derece kadar ulaştılar. Böyle olunca genç yaşlı, kadın erkek çoğunluk şortları tercih etti. Neye yalan söyleyeyim İzmir de dahi kısa pantolon ve atletle dışarı, bakkala gitmekten tereddüt ederken, burada neredeyse haftalar dır şort ve atletle dışarı çarsıya çıkıyorum, hatta okula üniversiteye gidiyorum, TU-Berline giriyorum, bazı uygulamalara deneylere katılıyorum. Türkiye de şort (kısa pantolon, WEB sitemde ana sayfada son fotoğrafa bakin) ve atletle okula gitsem okuldan atmak için bu fırsatı hemen değerlendirirler, cinsiyeti bozuk, ahlaksız, yakışıksız derler, öğrencilere kötü örnek oluyor diye de okuldan uzaklaştırırlar….

13.  Almanya´da bu yıl 40 dereceye kadar varan ağustosun sıcaklarında, kendini güzel gören genç bayanlar güzelliklerini teshir etmek güdüsüyle olacak ki, çok kısa ve dapdaracık şortlarla ve bütün vücut hatlarını, kıvrımlarını ortaya çıkaran bir kıyafetle kendilerini dışarı atıyorlar. Kim bilir belki de filmlerdeki gibi birileri beğenir, manken, artist teklifinde bulunur diye güzelliklerini teshir ediyorlardır. Bence; sıcakta rahatlık nedeniyle çoğunluk bu giyim tarzı seçiliyor, daha çok bir kültür tercihidir, yaşam bicimidir! 

Dikkatimi çeken genç bayanların bacakları oluyor haliyle. Metro içinde karşımda duran güzel yüzlü, selvi boylu genç bayana bakıyorum, herhalde sıfır bedendir diyorum. Gözüm aşağılara kaymaya devam edince; zayıf, bacakları baldırları daha da zayıf, Damla yağ yok, sırf kas, olduğunu görüyorum. Benim omuzlarım yani kol pazılarım neredeyse genç kızın bacak baldırlarından daha iri!  Şimdiki alman genç kızlar, çoğu bayanlar bu şekilde; kaslı bacaklı, yağsızlar dır. Ta çocuk yaştan bisiklete devamlı binmelerinden, koşu sporu yapmalarından ve fast foot tipi yetersiz beslenmelerinden  kaynaklandığı görüsündeyim.

Sıfır beden kaslı, yağsız, baldırsız önü arkası belirsiz (memesiz popusuz), kadınların hiç seksi çekiciliği yoktur, bana göre tabi ki. Kadın dediğin baldırlı, az da seluitli, biraz yağlı populu, hafif göbekli olmalıdır. Almanya. da benim öğrencilik yıllarımda kadınlar kadın gibiydi, popoları, memeleri belli güzel seksi bayanlardı. Şimdilerde ise genç bayanlar erkek gibi kaslı, yağsız, kimisi deri kemiğe dönüşmüş, çiroz balığı gibi dümdüz, kadınımsı seksi çekicilikleri de yok olmuş…  Genelde Almanlar Erkeklerin ve kadınların bedenleri iyidir, yani güzel insanlardır.  Türk bayanlarda da bu beden modası gözlenmektedir. Türk bayanları Alman bayanlara nazaran, boyları, daha kısa kalmış, yanık tipli (Dış cevre koşulları ve genetik faktörler nedeniyle yeteri büyümemiş, gelişmesini tamamlayamamış beden tipi) . Almanya’da yasayan Türkler de bu yanık beden özellik birinci ve ikinci nesilde dominant dır, yani daha belirleyicidir. Bunların çok para biriktirme, Türkiye de mal mülk satın alma sevdasına yanlış beslenmeden dolayı beden yapıları ufak kalmıştır. Üçüncü ve dördüncü nesil ise biraz daha şanslı sayılırlar, çoğunluğun beden daha iri yapılı ve tam uyum sağlamışlar ve Almancaları Türkçeden çok, çok daha iyi, Türkçe konuşmada ve anlamada hayli zorlanıyorlar. Yolda karşılaştığım burada büyüyüp anne olmuş Türk bayanların çocukları ile sokaklarda Almanları aratmayacak şivesiz Almanca konuştuklarına şahit oluyorum. Bir taraftan çok iyi fakat Türkçeyi unutmalarını pekiyi bulmuyorum. Almanya’da yetişen büyüyen, burada okulları bitiveren agbimin çocukları Almancayı ve Türkçeyi çok güzel konuşuyorlar, bunun yanında İngilizceleri de mükemmel, her biri bir iki müzik enstrümanını notaları ile çalabiliyorlar. Bu gerçeği Almaya da yasayan Türk Ana ve Babalar, eğitimciler dikkate almalıdır. Almanya tarafı burada yetişen işçi çocuklarının bir an evvel Almanlaşmasını tercih ederler haliyle ve bu yönde gerekli önlemleri de alıp uygularlar. Dördüncü nesilden sonra Almanya’da Türkçe konuşan Türkü bulamayacaksınız bu gidişle.

14.  Bu sene yaz tatilimi Almanya da sağlık ve savunma için sporla değerlendiriyorum. Farkına varmadan aldığım kiloları, yağlanmış göbeği eritmeğe çalışıyorum. Bu nedenle 3 haftadadır az yiyerek, çok hareket ederek ve bol su içerek yaklaşık 7–8 kilo verdim.  Her gün aksatmadan günde 2 ile 4 saat elimde ve sırt çantamda su şişeleri ile Berlin in sokaklarında, alışveriş caddelerinde, parklarında ve nehir kıyılarında yürüyorum. Yürüyüş sporumda (Hem spor hem etrafı gezip görmek ve tanımak amaçlı bir spor!) dikkatimi çeken; Almanların genelde yürümek yerine koşuyu ve bisikletle hareketi tercih ediyorlar. Bazen kayak sporlarına benzer sopalarla yürüyüşe çıkanlara rastlıyorum. Arada sırada kışa mesafelerde herhalde hava almak için köpekleri ile dolananlara ve köpekleri ile sohbet edenlere rastlıyorum. Aslında sağlık acısından uzun yürüme sporu, koşma ve bisiklet sporundan daha faydalıdır. Yürüme sporu ile daha fazla kilo verme şansınız vardır. Yorulmadan uzun mesafeler kat ederek yağlarınızı yakabilirsiniz. Yürürken ayaklar yanında elleriniz kollarınız, ağzınız da hareket ediyor daha fazla kaslar çalışıyor.  Bisiklette sadece bacaklar çalışıyor ve gerekli enerji yürümeğe nazaran çok, çok azdır.

Kısaca, önerim; dünyanın parasını verip içi üdügü belirsiz sağlık için zararlı gıda içecekleri ve aletleri kullanarak,  aç kalarak kendinize eziyet ederek diyetlerle ve veya spor salonlarında zayıflama yerine, doğal zayıflama yöntemi maraton yürümeği tercih edin. Yani az yiyip bol hareketle fazla kalori harcayın, bir defada bütün su şişesini içmemek şartıyla bol su içerek zayıflamayı hızlandırın. (örneğin bir iki saatlik yürüyüşlerde 1,5 ile 2 litre su, 3–4 saatlik yürüyüşlerde ise 3- 4 litrelik suyu belirli kademelerle tüketilmesinde yarar vardır)  Genelde zayıflama beyinde bitirilir derler, doğrudur. Bu nedenle de evin içine gözümün önüne gelecek şekilde çok sevdiğim 4 farklı kaliteli paket çikolatayı koydum ve kendi kendime söz verdim, bunlara 3 hafta boyunca dokunmayacağım. Diğer bir sözüm ise, her gün en az 2 saat yürüyeceğim, belli jimnastik hareketleri en az 100 kez tekrarlayacağım diye. Bu bir nevi kendi kendimi test etmek içindi; kendime hakim olabiliyor muyum, midem mi,  aklim mi bedenimi yönlendiriyor diye!) Gelecek tatilinizde hatta tatili beklemeyin hafta sonları sizde bulunduğunuz yerde bu yöntemi deneyin. Ve de İnsanin senede bir, özellikle senelik izinlerinde bir kısa süre için, 1-3 hafta boyunca mesleği dışındaki uğraşlarda bulunması, meslek çalışmalarına kısa bir ara vermesi, farklı alanlara yönelmesi yarınadır, kendini daha iyi dinlendirmiş olur görüsündeyim. Bu öneriler, Devlet yönetiminde söz sahibi olup halkın yasam kalitesini etkileyen kararlar alan siyasetçilere, bunları etkileyen bürokratlar, uzman danışmanlara, başkanlara, bakanlara önerilir. Bu şekilde çok daha iyi sağlıklı kararlara, öngörülere varırlar.

15.  Almanya’da, Türkiye’den; Berlin´de, İzmir´den çok daha fazla yerleri gezdim, gördüm, tanıdım ve biliyorum. İstenilse de istenilmese de Almanya benim için ikinci vatanim, Berlin de benim ikinci yurdum sayılır. Almanya’ya 19 yaşımda gittim, yaklaşık 16 sene kaldım. İlk Berlin de yaşadım orada ilk şehir hayatim (Cunda-Ayvalık´tan) Berlin de başladı, Berlin´de Almancayı öğrenmeğe başladım. Gemi İnşaatı Bölümü, Berlin Teknik Üniversitesinde ilk üniversite kaydımı yaptırdım. Almanya´ya ilk geldiğimde, Berlin de 4-5 ay boyunca  dil örgenimim için kalmıştım. Mayıstan ta Eylülün ortalarına kadar yoğun bir çalışma ile daha çok kendi kendime kendi öğrenme yöntemime göre ( Yüksek sesle okulda  öğrenilenleri evde acık alanlarda, parklarda yolda okuma, tekrar, tekrar bağırarak tekrarlamak, ezberlemece çalışmak ve yazarak kelimeleri akılda tutmak, Üniversite hayatımda da ayni yöntemi devam ettirdim, almanca daha rahat konuşabilmek için, Üniversite içinde bos sınıfların birinde geç vakitlerde bağırarak almanca okumayı devam ettim. Diğer bir uygulamada Türkçe konuşulan ortamlardan uzun bir süre uzak kaldım, almanca konuşulan ortamları, arkadaşlığı tercih ettim.Açıkçası Türk Arkadaşlardan bu nedenle uzak durdum. Hedef bir an evvel okulu bitirmekti. ) Almancayı kısa sürede öğrenmeğe çalıştım. Bu kısa sürede çok zor denilen ve korkulan Almancayı anlamağa, konuşmağa ve yazmağa başlamıştım. Bazı Almanlar bu kısa sürede Almancayı güzel konuşmama şaşırıyorlardı.  Berlin de Ku-Damm´da KaDeWe adli ünlü cok katli bir alış veriş megasının doğusunda, yürüyerek 5 dakika uzakta Bamberger Str., adli sokakta, bir Yahudi’ye ait eski ve yüksek tavanlı 4-5 katli bir binanın bir dairesinin 10 metre karelik bir oda kaldım, tek lüksüm siyah beyaz kötü görüntülü kullanılmış bir televizyon! 

Bugün, Ku-Damm´ daki eski ikinci dünya savaşında bombalanmış yıkık nostaljik kilisesinden eser kalmamış. Yıkık kilise onarılarak  yüksek dikdörtgen prizması seklinde çirkin görünümlü bir binanın içine alınarak Kudamm in güzelliği, çekiciliği berbat edilmiş. Bunlar yetmiyormuş gibi Kudamm alanı ve çevresi  çirkin yüksek binalarla dolmağa başlamış. Bahnhof Zoologischer Garten  yani Bati Berlin in Kudama yakin Bati Berlin´in eski tren garı çevresi de yeni, yeni çıkılan yüksek büro ve otel binaları ile de berbat edilmiş, o acık alan yok olmuş tren garı yüksek binalarla çevrilerek kapamış.

16.  Almanya’da akademik kariyer uğruna ve Türkiye´ye dönmekle boşuna harcadığım emeklerim, sıkıntılarım,  sağlıklı, verimli yıllarım tatil sırasında yürürken de yine aklıma geliyor. Yabancı dil,  hazırlık sınıfı, staj, üniversite hayati, askerlik ve doktora derken, sağlıklı, güzel verimli yılların harcandığına çok geç olduktan sonra farkına varıyorsunuz. Almanya’da yüksek öğrenim özellikle mühendislik öğrenimleri çok uzun sürüyor,  yabancılar için Almanya’da yüksek öğrenim ise tam bir faciadır. Bunun benim için geçerli olduğuna kendimi inandırmıştım. Ta ki 2003 yılında TU-Clausthal´de ve TU-Berlin´de görevlendirme nedeniyle bulunduğum sırada orada perişan halde bulunan genç Türk arkadaşlarla ve yabancılarla tanışana kadar. 

 

Diğer bir gerçek ise; Almanya da okuyan yabancılardan ve Türklerden çok, çok azı meslek hayatında yükselebilmişlerdir, bir yerlere gelebilmişlerdir. (Almanya mezunlar derneği ve Berlin mezunlar derneği bunun araştırmasını yapabilir) Almanya da erken yaşta ticarete, çalışma hayatına atılan yabancı öğrenci arkadaşlardan birçoğu üniversitede kalıp ben gibi akademik kariyer yapanlardan çok iyi durumdadırlar. Hatta bazıları multi milyoner olmuşlardır. Özellikle Arap ve Iran kökenli bazı eski örgencilerden ticarete atılanlar her ne hikmetse çok başarılı olmuşlardır. 4-5 gemi sahibi multi milyoner armatör biri hala bir işçi gibi çalışıyor. Almanya’da, Batıda eski, hurdaya cıkmış atıl durumdaki otomobilleri, makineleri, tesisleri toplayıp üçüncü dünya ülkelerine pazarlıyor, oralara taşıyıp satıyor. Oranın ucuz hammaddelerini ürünlerini Batıya getiriyor. En son bir ay içersinde yaklaşık 40000 çalışır vaziyette eski hurda binek otomobili Irak´a satmış. (10 yaş ve üzeri arabalar Almanya da çok ucuza hurda fiyatına satılıyor, ( Almanya da öğrenci iken ilk arabam trafiğe çıkma izni bulunan çalışan eski bir Opel arabaydı 100 Marka almıştım, bu arabayı pek kullanamadım. İkinci arabamı ise, 4-5 aylık TÜV ü olan  Renault, C4 tipi bir arabaydı, 50 marka satın almıştım. Bu arabayı ehliyetsiz Clausthal´de ve Hannover´de kullandım, TÜV´ü bitmesine rağmen, TÜVsüz, sigortasiz bir şehirden diğerine gittim ve  içinde geceledim, bir süre kullandıktan sonrada, Hannover´de bir yurdun otoparkına terk ederek trafikten kaydını sildirdim.  Çalışır vaziyette trafiğe elverişli bazı arabaları da bedava bulabilirsiniz. Eskiden TÜV alamamış arabaların sokaktan çekilmesi içinde firmalara para ödeniyordu. Kim bilir hurda fiyatına otomobilleri sokaklardan, ülkeden yok ettikleri içinde Alman devletinden de prim de alıyorlardır. Arap uyruklu eski öğrencilerden şimdiki başarılı iş adamı armatör bir ay içersinde sadece Irak´ a gönderdiği kullanılmış 40000 adet otomobillerle, (her arabadan ortalama 300 Euro net kar elde etse,  toplam en az 12 milyon Euro kazanmış oluyor. Irak´a gönderilen bu arabalar orada ucuz işçilikle yeniden elden geçirilip Irak içinde ve komsu ülkelere, Türkiye´ye de satılıyor. Kullanılmış Araba pazarı kuzey Irak´a odaklanmış durumda, Barzaniler ve Talabani’ler petrol ve gaz gelirleri ile başları iyice dönmüş, gözlerini karartmışa benziyor. Petrol dolarlarını nerede nasıl harcayacaklarını bilmiyor gibiler. Ülkeyi araba çöplüğüne çevireceklerinden haberdar değiller. Ömrünü tamamlamış eski makineler, otomobiller, ihtiyarlamış hasta insan gibidirler, bir yerlerini iyileştirmeğe, düzeltmeğe çalışıyorsunuz, diğer yerlerden başka aksaklıklar ortaya çıkar, tamir masrafları hayli yüksek, güvenilmez her an sizi yolda bırakır, fazla yakıt harcarlar, çevreye saldıkları zararlı gazlar fazladır ve trafik kazası tehlikesi riski yüksektir, yolda giderken örneğin motor düşebilir.. Birileri  bu gerçekleri onlara anlatıp sevap kazanmalıdır!

 

Batılılar;  demokrasi maskesi altında başlattıkları ve destekledikleri iç savaşlarla Irak, Tunus Cezayir, Libya, Mısır, Suriye, Afganistan, Lübnan (Hepside Müslüman Ülkeleri, neden?) gibi ülkeleri yakıp, yıkıp harap ediyorlar. Ahmakların biri birlerini öldürmeleri için de silahlarını iyi pazar yaratıp pahallıya satıyorlar. Dolaylı yollardan, geri zekalıları kullanarak bu ülkeleri yakarak yıkarak devasa pazar yaratıkları görmemezlikten, bilemezlikten geliniyor. Arap Baharları bu acıdan da değerlendirilmelidirler ele alınmalıdır. Para sahiplerinin, bankaların, şirketlerin, hatta devletlerin hükümetlerinde  ekonomik siyasi  başarıları için de borsa benzeri spekülasyonları, pervasız, acımasız ahlak kural dışı yaptırımları, yöntemleri bulunmaktadır. Bu ülkeleri tekrar inşa etmek için firmalara büyük ve çok karlı is imkanları yaratılıyor, harabeye çevirdikleri İslam Ülkelerini tekrar inşa ederek büyük paralar elde ediyorlar, bütçelerini dengeliyorlar, issizlerine is imkanı yaratıyorlar. İslam Ülkelerinin yeraltı zenginliklerini, insanlarını bu yöntemle ömür boyu sömürüyorlar. zenginlikleri için İslam Ülkelerindeki dini yobazları, mezhepleri, azınlıkları çok iyi kullanıyorlar. İslam Ülkelerini kendilerine bağlı, muhtaç olmalarını sağlıyorlar, bir nevi İslam Ülkelerini köleleştiriyorlar, gelişmelerini, rakip olmalarını, baş kaldırmalarını tehlikeli olmalarını önleyip, kontrol altında bulunduruyorlar.

 

Bizim Müslüman yobazlar ise türbana ve Arap hurafelerine, hikayelerine takılı kalıyorlar. Allahu Ekber Cihat naraları ile kendilerini rezil maskara ediyorlar, bolluk içinde sefalet açlık çekiyorlar, kendi canlarına ve bu arada bir çok günahsız insanin hatta kadın çocukların canına da kıyıyorlar. Müslümanlık bu şekilde  değildir, Allah Adına Cihat bu sekilide değildir. Müslümanlar bu yobaz zihniyetleri ile hiç bir yere varamazlar, hiç bir şeyi elde edemezler.

Müslümanlar Allah adına, Peygamber namına Allahu Ekber Tekbir naraları ile diğer Müslümanların, mezhep kavgaları ile bir birlerinin canına kıymazlar,

Müslümanlar Allah adına, Peygamber namına Allahu Ekber Tekbir naraları ile diğer Müslümanlara, birbirlerine kötülük, işkence eziyet etmezler,

Müslümanlar Allah adına, Peygamber namına darda bulunan diğer Müslümanların yardımına ana koşarlar,

Müslümanlar Allah adına, Peygamber namına Allahu Ekber Tekbir naraları ile kendi çıkarları lehine İslam Dinini ve İslam Alemini suiistimal etmezler,

Müslümanlar Allah adına, Peygamber namına Dinlerine, Kuranı Kerime, devletlerine, vatanlarına, büyüklerine, sahip çıkarlar,

Müslümanlar Allah adına, Peygamber namına Müslüman Ülkelerinde Hıristiyanların jandarmalığına, korumalığına ihtiyaç duymazlar.

Müslümanlar Allah adına, Peygamber namına Allahu Ekber Tekbir naraları ile görsel ibadetlere, Türkiye misali iftar sofralarına itibar etmezler

Müslümanlar Allah adına, Peygamber namına bilgi sahibi olarak, çok çalışarak, üreterek, birlikte güçlü, zengin, mutlu, barış huzur içinde  sağlıklı gelecekleri olur.  

 

21. Yüzyılda insanlık yaşamında Devlet yönetimlerinden din faktörü, din etkisi kalkmalıdır.  Asırlardır inançlar dinler kullanılarak insanlık linç edilmiştir. 21. Yüzyılda tün dinlerin, inançların tek bir hedefi, Allah yolunda tek bir cihatları olmalıdır; oda devlet, şirket v.b. yönetimlerden dinin uzak tutulması olmalıdır. 

21 yüzyılda dinin egemen olduğu ülkeler büyük felaketlerle karşı karşıya kalacaklardır, Hurafelere takılı kalan, gelişmelerini aksatan, zamanın imkanlarını kullanıp kendilerini zenginleştirmeyen, bilime ve yeni teknolojilere önem vermeyen bu alanda hiç varlık gösteremeyen Müslümanlar için Arap Baharları bunun en güzel bir kanıtıdır.

Eski ortaçağ dan itibaren  Hıristiyanlık aleminde dinin devlet ve şirket yönetimlerinde etkisinin  azaltıldığı, kaldırıldığı ülkelerde refah artmış, insanlık gelişmiştir. Yobazların, beynikörlerin 21.yüzyılda insanlık gerçeğini anlayabilecek kapasitede değillerdir… En korkunç olanı ise, her şeyi Allah adına, cennet için daha fazla sevap kazanmak için bu şekilde yaşamalarına, mücadele etmelerine kendilerini inandırmalarıdır…..