CUNDA, GIRIT
Cunda ve Girit Adalari
Tarihçe
Girit
, Cunda, Ayvalık
Sevr antlaşması ile Batılı leş kargaları
Osmanlı imparatorluğunu yok ederek Anadolunun her yerini işgal
etmeğe başlamışlardı. Ayvalıkta bundan nasibini
almıştı. Ayvalıkta Osmanlı
imparatorluğunu zamanında Türklerle beraber yaşayan, ve büyük
ayrıcalıklara sahip yerli zengin Rumlar işgalci Yunanlıların
yardımıyla yörede ele geçirdikleri Türkleri, bilhassa erkekleri
tepedeki çamlık, ağaçlık yerlere götürüp çocuk, genç,
yaşlı demeden kurbanlık kuzu gibi kesiyorlardı. (Görgü
tanıklarının ifadelerine göre etraf kan gölüne,
kırmızıya bürünmüş!). Sonrada çakal, kurt gibi vahşi
hayvanlara terk ediyorlardı. Kimilerinde denizin dibinde boğup yok
ediyorlardı.
Kurtuluş savaşında işgalci Yunanlıların
bozguna uğratılmasıyla Ayvalıktaki Rumlar paniğe
kapılıp her şeylerini bırakıp ala acele Yunan adalarına kaçtılar. Daha
sonra boşalan bu yerlere 1924 tarihinde, Midilli'de Giritte yaşayan
Türkleri yerleştirilmişlerdir.
Buraya ilk gelenler Midillili Türkler olmuştur. İlk geldikleri
için en güzel evlere yerleşmişlerdir. Bazıları diğer
evleri de yağmalamışlardır. Gizli altın bulma
hayaliyle de bir çok evi, kiliseyi, manastırı
yıkmışlardır, malzemelerini satmışlardır.
Giritliler ise daha sonra iki partide, deniz yolu ile, vapurlarla buraya
Cunda´ya gelmişler. Gelenlerin
çoğunluk Resmo ve
Hanyalıydılar. Kandiya´ lıların
sayısı çok azdır. İlk gelen Giritlilerden maddi durumu iyi
olanlar, meslek sahibi olanlar Cunda ve Ayvalik´tan
kaçarak İzmir, İstanbul gibi
büyük şehirlere yerleşmişlerdir. Cunda´da Balıkçı ve
rençper Giritliler kalmıştır.
Yapılan bazı araştırmalara göre Giritli Türklerin
büyük bir kısmı Anadolu´dan; Konya, Karaman dolaylarından,
dağlık yörelerden Yörüklerden gelmeydiler. Girit´in
alınması sırasında asker olarak seçilmişler ve orada
yerleştirilmişlerdir. Zamanla yerli halkla
kaynaşmışlardır. Girit´te, yerli
halkın Yunanlılardan farklı bir tipte, Anadolulu olmaları
da bunun bir kanıtıdır. Giritli Türkler Osmanlılar için bir
güvence idiler, ileri bir karakol, üs, kale idi. Giritteki Türkler Balkan
harbine kadar, uzun bir süre bolluk varlık, refah içerisinde
yaşamışlar. Oradaki Rum ve Venediklilerle
kaynaşmışlardı, Giritçeyi (Türkçe
kelimeleri bol bir karma Rum dili) kullandılar. Giritli Türkler boylu, postlu güzel ve cesur,
devletine dinine bağlı, kültürlü çalışkan, sanatkar
insanlardı.
Balkan Harbinden sonra Kıtadan gelmeğe başlayan
Yunanlı işgalci çeteler adada yaşayan Türklere kan
kusturmağa başladılar. Türk köylerini basarak, yiyeceklerini,
hayvanlarını değerli mallarını çalıyorlar,
köyleri ateşe veriyorlardı. Ele geçirdikleri Türkleri işkence
altında öldürüyorlar, kadınların çocukların
ırzına geçiyorlardı, kanlarını şerbet gibi
içiyorlardı, (masal değil, yaşanmış gerçekler,
olayları bizzat yasamış eskilerin anlattıkları!).
Bunun üzerine Türkler Hanya gibi büyük şehirlere, bazıları da
anavatana, kimileride Libya, Mısır, Amerika gibi ülkelere kaçmağa, göç etmeğe
başladılar. (Örneğin, babaannemin kardeşlerinden ikisi Amerikaya
göç etmişlerdi, Babamın amca ve dayılarından
bazıları mübadeleden evvel İzmire gelmişler. Halamlardan
biri Libyaya diğeri Mısıra yerleşmişler.) Kalan
gençler karşı çeteler kurarak Yunanlı leş kargalarına
karşı başarılı mücadele etmeğe, köklerini kazımağa
başladılar. Bu çapulcu çetelerin tamamen yok olmasını
Slavlarla, (Ruslar), İngilizler
önlemişlerdir. Giritli genç Türklerden bazıları da
Anadoludaki çetelere karışarak Yunanlılara karşı
intikamlarına devam etmişlerdir. 1924, mübadeleyle Giritli Türkler
İstanbul, Gemlik. Bandırma, Edremit, Ayvalık, İzmir, Urla,
Kilizman, Tarsus, Adana gibi yörelere yerleştirildiler. Az sayıda
olsa da bir parti Giritte kalıp Türklük kimliklerini yitirip orada
kalmışlar! 1980 yıllarında Amcam Giritte dedemlerin
yaşadığı yerleri gezerken; oradaki yerli Rumların bile
sonradan kıtadan gelip yerleşen Yunanlılardan şikayetçi
olduklarını, Girittin eski halini Türklerle olan yaşamı
özlediklerini kendi ağızlarından öğreniyor.
Resim 1. Giritli Türkler, örnek Hacı Mustafa
oğlu Ali dedem ve çocukları, Hanya, 1916, En sağdaki Ahmet
Dayı, Girit´ten mübadeleden evvel diğer kardeşiyle Amerikaya
göç etmişler
Girit yakın cağda hiç bir zaman Yunan adası
olmamıştı. Osmanlılar bu adayı ele geçirmeden evvel
Akdeniz adalarına has karma bir halk yasıyordu. Giritte
çok daha evvelden Anadoludan giden insanların yerleştiği ise
diğer bir gerçektir. Girit Osmanlı Topraklarına katılmadan
Venediklilerin egemenliği altında bulunuyormuş. Giritte uzun bir zaman Araplar da Osmanlılardan ve
Venediklerden evvel hüküm sürmüşler. Girit Akdeniz´ín
Anadolunun çok yönlü bir mozaiği gibi bakılabilir. Girit uzun bir
kuşatmadan sonra (1645-1669)
Osmanlıların egemenliğine katlınca burada savaşanlar
ve Anadoludan getirilen Türkmenler yerleştirilmişlerdir. Balkan
harbine kadar Giritteki Türk nüfus
büyük çoğunluktaydı, sayıları 230 000 civarında idi.
Buna mukabil Hıristiyan nüfus 40 000 ile 50 000 arasında
değişiyordu. (eski Giritli aileleri genelde çok çocukluydular, 9-10
çocuklu aileler) Giritli Türklerin Rumlarla pek kaynaşmadıkları,
Rum ve Türk köylerinin, Mahallelerin ayrı olduğu eski Giritliler
tarafından söylenmekteydi. Rumlar ve Yunanlılar Osmanlı
devletinin çöküşünden yararlanarak ve Batılıların, bazen de
Rusların desteğini alarak Türklere karsın büyük, vahşi katliamlar
gerçekleştirmişlerdir.
Dağ başındaki Türk köylerinde öldürdükleri,
doğradıkları Türklerin bir kısmını çakallara, kurtlara parçalatarak yok
ettikleri gibi, kıyıya yakın katliamlarında da
öldürdüklerini denize gömüyorlardı. Dünya kamuoyuna pek yansımayan
örtbas edilen bu katliamlar, büyük İnsanlık sucu
karşısında bazı Batili Yazarlarda bile nefret
uyandırmıştı. Bu
katliamlara dayanamayarak yazıları ve mektupları ile Dünya
kamuoyunun dikkatini çekmek istemişlerdi. (Aşağıda ilgili
Karikatürlere bakin !)
Batılıların ve Rusların desteği altında
sürdürülen bu vahşi katliamlar sonucu Giritte sağ kalabilen Türkler
Anadoluya yapılan bir mübadele ile yerleştirilmişlerdir. Bu gün
Giritte 230 000 Türkten tek bir kişi bile kalmamıştır.
Türklerden kalan pek çok tarihi eseri yıkıp
yakmışlardır yok etmişlerdir. Tarihi camileri bile düne
kadar ahır olarak
kullanmışlardır. Ayni yöntemlerle her fırsatta
Kıbrısı da Girit gibi bir Yunan Adasına çevirmekten
kaçınmamışlardır. Yunanlılar, üniversitelerindeki
profesörleri dahi uluslararası
sempozyumlarında bu vahşet ve
soykırımları ile övünmekten kaçınmıyorlar, Girit´te tek bir Türkün kalmadığını büyük bir
gururla yabancılara da anlatıyorlar.
Bugüne kadar Giritli Türkler kimliğini sadece Cundada
yaşayanlar koruyabilmişlerdir. Anadolunun muhtelif yörelerine
yerleştirilen Giritliler, Giritli kimliliklerini, yani Giritten göç
ettiklerini saklamak zorunda kalmışlardır. (Bir iki nesil
sonrada Girit ve Girit Türkleri tamamen unutulacaktır Sadece okunmayan
kitaplarda ve ziyaret edilmeyen eskilerin mezar taslarından
okunacaktır, örneğin; rahmetli dedem Hacı Mustafa Oğlu Ali
Özden, Girit doğumlu
. gibi)
Giritçe yi oraların kalan bir anısı olarak
yaşatmışlardır. Orada bıraktıkları
köşklerini, bağ, bahçelerini, kaybettikleri
yakınlarını, Yunanlıların vahşetini hiç
unutamamışlar. Cundaya yerleştirilen Giritliler çok büyük
yokluklar, sıkıntılar, ve acı
içinde yaşamışlar, açlık çekmişlerdir, acılar
içinde kıvranmışlardır.
(Yenilebilir otları suyla kaynatıp yağsız, tuzsuz,
ekmeksiz, katıksız yiyerek ilk yıllarını
atlatmışlardır. Hastalıklardan ve yetersiz beslenmeden
erken göçmüşlerdir, kırılmışlardır. Hastaların
bazılarının vücutlarından kurtların düştüklerini,
çok acı çektiklerini rahmetli babamın ağzından
duymuştum. Buğday, bulgur, un yerine
yabani tahıldan ekmek yaptıklarını eskilerden
öğrenmiştim. Dedem Cundadan İzmir´e, 160 km ve Çanakkale´ye,
190 km iş bulmak, çalışmak için birkaç kez yürüyerek gidip
gelmiştir. Bir kısmı da yokluklara daha fazla dayanamayıp
Cundadan İzmir ve İstanbula kaçmışlar,
yerleşmişlerdir)
Cunda´ya gelip yerleşen yaşlı Giritliler için yaşam
çok daha feci idi. Bu değişimi kabullenmek istemiyorlardı.
Bazı yaşlı Giritlilerin sahildeki kahvehanenin cam önündeki
fırtınalı denize saatlerce ve birbirleri ile tek kelime konuşmadan, yüzlerini
hiç çevirmeden baktıklarını hatırlıyorum. Giritin
hayaliyle, özlemiyle ölünceye kadar yaşadılar. Girit onlar için bir
cennet kadar güzelmiş, denizi, toprakları çok bereketliymiş. Bir
araya geldiklerinde hep Giritten bahsederlerdi. Girit ile ilgili birbirlerine
maniler, şarkılar söylerlerdi. Bir gün oraya döneceklerini de hayal
ediyorlardı.
Devlet kendi sıkıntıları içerisinde
boğuşurken bu insanlarla hiç ilgilenmemiş. Jandarma onları
feci hırpalamış, horlamış. Cundada zeytinliklerde
jandarma tarafından ırzına geçilen bir kızın ve buna
direnen babası da vurulunca yakınları Jandarma karakolu önünde
toplanmış. Bu gavur isyanıdır diye yakın çevreden
gelen silahlı takviye güçlerle ellerine geçirdikleri Giritleri sorgusuz
sualsiz, genç yaşlı, dede demeden de öldürürcesine gaddarca dayaktan
geçirmişlerdir. Daha sonrada ellerine geçirdikleri aileleri birbirinden
kopararak Doğu Anadolu´ya; Diyarbakıra, Gaziantepe sürgüne yollamışlar.
Pek çok Giritlinin orada daha da perişan olmasına, erken
yaşlarda meçhule karışmalarına neden olmuşlardır.
Yöre halkı da Giritlileri hoş
karşılamamış, onlara Yunanlı, Gavur gözüyle
bakmışlardır. Ellerinde kalan daha sonra biriktirdikleri üç
beş kurusu dahi almışlardır. Devletin onlara verdiği
iskan haklarını dahi bazılarından
alınmıştır. (
Örneğin, Dedem, babamın babası, Giriftten
kurtardığı bazı birikimlerini altına çevirerek
İzmir´de kordonda bir kahvehane satın almış, parayı
alan daha sonra inkar ederek kahvehaneyi devretmemiş. Annemin babası, dedem İzmir de bir
kardeşinden kalan mirası komsulara kaptırmış, ölümle
tehdit edilmiş! Annemlerin ailesi biriktirdikleri para ile Cundada Paterica
da büyük bir zeytinliğin mahsulünü toplamak üzere icarlamis.
Anamın anlattığına göre o mahsul
çalınmasaymış dedemler çok iyi bir konuma
kavuşacaklardı. Mahsulü Ayvalıklı zengin yerlilerden biri
kalabalık tayfaları ile birlikte bir hafta içersinde mahsulü
toplayıp gidiyor. Dedemle bunlara karşın hiç bir şey
yapamıyor, Giritliyi Gavur diye dinleyen yok, ailece
yıkılıyorlar. Bunlarda Türkiye de mübadele ile ilgili olarak pek
anlatılmayan, konuşulmayan gerçekler. Bu zihniyet
bakışı bugün bile hala devam ediyor. Bakin, Yaz sıcağında
Cunda da evimizin kapı önünde park etmemekte olan araba sahibine ileriye
gitmesine söyleyen 85 yaşındaki anama gavur diye hakaret ediliyor.
Cunda da Giritlilerin yaz sıcağında, aksam saatlerinde dışarıda
kapı önünde oturma, gelen gecenle sohbet etme gibi alışkanlıkları
vardır, Bu kültürde sokaklardaki arabaların çokluğundan kapı
dibine kadar park etmelerinden ve ortaya savrulan tozlardan yok olmaktadır,)
Bir Internet sayfasından
alınan resimlerle;
Girit; 1897 yılında
Giritte Rumların zulmü, vahşeti ile ilgili karikatürler
Tarihin sayfaları pek çok gerçeğin
kanıtlarıyla doludur.
Yüz yıl önce çizilmiş dört karikatür bu gerçeklerden
bazılarını
çok açık bir şekilde gözler önüne seriyor
Resim 1 , 6 MART 1897, Resim 230 OCAK 1897,
Resim
3 1897, Resim
4, 1897,
Resim 1;
karikatür tam yüz altı yil önce 1897'de Londra'da yayınlanan bir dergide yer
aldı. Karikatürde, Bayan Avrupa'nın, bir köpek olarak sembolize
edilen Yunanistan'ın önüne bir kemik attığı görülüyor.
Kemiğin üzerinde Girit yazısı var. Bir asır önce bir köpek
olarak kabul ettiği Yunanistan'ın önüne Türk sınırları
içinde bulunan Girit Adasını bir kemik olarak atan
Avrupa, şimdi Kıbrıs Adasını Yunanlılar'a
peşkeş çekmek için her çareye baş vuruyor.
Resim 2;
Bu da
yüzyıl önce çizilmiş günümüze uyumlu İngiliz
basınında yer almı? diğer bir
karikatür. Karikatürde dadı olarak gösterilen Avrupa'nın,
Yunanistan'ın kulağını çekmesinin nedeni, Paris protokolü
ile Türk topraklarının büyük bölümünü verdiği Yunanistan'ın
doyumsuzluğunu ve şımarıklığını
cezalandırmaktır. Dadının önlüğündeki
kağıdın üzerindeki yazı'da Paris protokolü yazısı
yer alıyor.
Resim 3;
Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olan
Girit Adasını sınırlarına katmak için,
imparatorluğu parçalamak isteyen Avrupalı güçlerle ittifak kuran
Yunanistan bu karikatürde Avrupa Ana'nın koruması altında cüce
bir kabadayı olarak çizilmiş.
Resim 4;
Bu karikatürün altındaki yazıda Osmanlı devletini temsil eden
paşa "Avrupalılar benden bir bütünmüşüm gibi bahsediyorlar.
Oysa ben kendimi didiklemiş, parçalanmış olarak
hissediyorum.." diyor. Bu karikatürün çizildiği günlerde
Avrupa ülkelerinin diplomatları Osmanlı İmparatorluğu'nun
sınırları içinde yaşayan azınlıkları
ayaklandırarak Türk devletini parçalamaya
çalışıyorlardı. Tıpkı bugün olduğu gibi
.
*** Türklerin soykırım isledikleri
konusunda asilsiz haber salan, ekranlarda demeçler veren sonradan olma, görme
içimizdeki belli kişilerin; ilk evvel iddialarının
doğruluğunu araştırsınlar. Anadoluyu gezip
dinlesinler. Bun insanların hayatlarını,
yaşadıkları zulümleri, tanık oldukları
katliamları dile getirsinler, Tüm dünyaya yaysınlar. Avrupa
şöhret olma adına, Avrupadan
ısmarlama maddi manevi ödül alma uğruna biz Türkleri karalamağa
kalkışmaları satılmışlığın,
hıyanetliğin, cahilliğin, gelişmemişliğin daniskasıdır. Bu dünya üzerinde en fazla zulme
uğrayan, acı çektirilen, yok edilmeğe uğraşılan
ve en çok korkulan ve tüm bunlara rağmen asırlardır ayakta
dimdik duran, kendinden ve geleceğinden emin uluslardan biri Türklerdir. Bu ulus kendi
kendini yok etmediği, dağıtmadığı sürece hiç bir ulus tarafından yok edilmez.Avrupa,
Asya ve Afrikada bir çok ülke dünyada hala var oluşlarını Türk
ulusuna borçludurlar.