1 Sanayisi gelişmiş, zengin Batı Devletleri, enerjilerini, zamanlarını, kaynak ve imkanlarının
büyük bir kısmını öğrenmek, öğretmekle; bilimsel araştırma ve uygulamalarla
harcamaktadırlar. Tüm insanlığın yararına buluşlar, yeni teknolojiler
açıklamaktadırlar. Bu ülkeler ürettikleri ve dünya pazarlarında sattıkları
yeni teknolojilerle, makinalarla, kurdukları tesislerle zengin olmuşlardır.
2 Türkiye’de ise bizler, çoğumuz devleti batıranlarla, yolanlarla, satanlarla,
gelişi güzel, keyfi yasa, yönetmelik çıkaranlarla, geri zekalılarla,
zavallilarla hala gurur duyuyoruz, bunları hala baş tacı ediyoruz.
Bir bölümümüz de kaderçilikle, huhuhu-zikreleriyle, aminlerle varlık
içinde yokluklarla ömür tüketiyor.
3 Ülkelerin refah düzeyi, huzur ve güvenliği, geleceği yüksek öğretim
kurumlarının başta üniversitelerin
eğitim-öğretim ve bilimsel araştırmaların kalitesi
ile doğru orantılıdır. Bilime, yeni teknolojiler, uygulanabilir, araştırmalara
önem vermeyen uluslar tarihten silinmeye, diğer ulusların çöplerini
temizlemeye, yarı aç yarı tok birbirleri ile dalaşarak, sefalet içinde
kıvranmaya, dilenmeye mahkumdurlar. Ülkenin yönetimine sahip olanların
büyük çoğunluğu bu kurumlardan yetiştirildiği de unutulmamalıdır.
4 Türkiye’deki yüksek öğretim kurumlarında sürdürülen eğitim ve bilimsel çalışmalar
her kesin hayrınadır ve her kes tarafından desteklenmesi gerekir. Daha
kaliteli eğitim ve arge-çalışmaların teşviki ve daha fazla gence yüksek
öğrenim imkanı için bütçeden daha fazla pay ayrılması ve bilim vergisi,
fonlar gereklidir, örneğin şans oyunlarından belli bir oran bilime, üretim-hizmet
amaclı reel bilimsel arastirmalara aktarılabilir.
Bugünün koşulları ile Türkiye’de bırakın
bilimsel araştırma ve yayın çıkarmayı, bilimsel faaliyetlere katılmayı;
doğru dürüst eğitim-öğretim bile verilemiyor.
5 Türkiyede bu süre gelen beleşci zihniyet (= kaderci, teslimiyetci-zihniyet
+ sagir-dilsiz-kör-Sinsi-yalaka-Zihniyet)
üniversitelerimizi çalışamaz, bilim üretemez
hale getirmiştir.
6 Bazı gerçeklerin dile getirilmesi belli çevrelerin
rahatsız olmaması için pek istenilmemektedir.
Bence hoşa gitmeyen gerçeklerde örtbas edileceği yerde sırası
geldiğinde dile getirilmelidir, tartışılmalıdır.
7. Türkiye’nin başına ne geliyorsa hep süper sivri zekalı vatan kurtaran şabanlardan, beleşçi, kaderci
zihniyetten ve çoğunluğun suskunluğundan,
pısırıklığından, eylemsizliğinden, bananeciliğinden gelmektedir
8.Türkiyede körlük, sagırlık, dilsizlik, zavallılık, sinsirlik, yalakalık,
ahmaklık, hırsızlık devlet ve kamu yönetimlerinde
hala 2000 yıllarında ödüllendirilmektedir. Atama ve görevlendirmelerde bu kriterler
belirleyici olarak degerlendirilmektedir. Devlet, dairelerinde, kamu kuruluslarında oldugu
kadar üniversitelerde de firsat esitligi gözetilmemektedir. partizanlik ve hemserilik derecesi yaninda; ne kadar kör,
dilsiz, sagır, zavallı, sinsir, yalaka, ahmak iseniz yükselme sansınız o kadar yüksektir, karar mekanizmalarında
yer almanız o kadar saglamdır. Ispatmı! Örnekmi!.....
- Bu yanılgının sonucu; bolluk ve varlık icinde yokluk ve yoksulluk ceken bir Türkiye,
Borc batagında cırpınan, dilenen bir Türkiye. Ve iste üniversitelerimizin hali,
kamuoyuna yansıyan pislikler.
Benzeri özel sektörde
de mevcut; burada ailesel, dostluk yakınlık derecesi
yanında, yalakalık, sinsirlik ve ikiyüzlülük, cirkeflik meziyetleri deger kazanmaktadır.
Sorumlulugu altında calıstıgınız insanın
önünde ceket dügmelerinizi ilikleyerek iki büklüm saygı durusunda bulunurken, arkasındanda
kuyusunu kazarak bir an evel atılmasını saglıyarak yerine gecmek icin her fırsatı degerlendirmek
baslıca meziyet olmaktadır, büyük deger kazanmaktadır.
Bu meziyetlerle, cirkef yöntemlerle özel sektörde de,
genelmüdür, müdür olanların sayısı bir hayli yüksek malesef. Türkiyedeki pek cok özel sirketin iflas etmelerinin ve iflas esiginde
olmalarının esas nedeni bu meziyetlerden, kapatisesiz sorumlu kisilerden, cirkef
yöneticilerden kaynaklanmaktadır. Türkiyede kriz bir bahanedir, krizlere neden olanlar esasinda bunlardır.
(Ehliyetsizin sürdügü gemi ya rotasından cıkıp karaya vurur,
yada ilk fırtınada devrilir) . Son on yılda Türkiyede olusan rekabet sartları,
devlet ihalelerinde seffaflık arayısları, devlet ımkanlarının kısıtlanması, Dünya pazarı özel sirket yönetimlerini
zora sokmustur, artik sirket yönetimlerinde de kalite, vasıflı eleman aranır hale gelmistir...
(Burada örnek olarak bir iki Sirket, genelmüdür, müdür adları vermemın dogru ve yararlı olmayacagı inancındayım.
Bu konular yeni degilki! Arkadaslar cevresinde konusulmaktadır. hatta bazıları mahkemelere bile yansımıstır.
Yurt dısından bilhassa Alman-ekolunden gelenler. ordaki calisma sartlarına alısanlar
Türksirketlerinde ikiyüzlü diplomalı soytarlar nedenıyle calısamaz,
barınamaz hale getirildiler.
Kesin dönenlerin pek cogu bu calısma ortmaına ayak uyduramadıklarından dolayı bostalar,..)
Bu sekiz numarılı paragrafta özetle anlatılmaga calısılan fenomen, yani toplumsal hastalık, belesci zihniyet daha cok
gelismemis,ve malesef Türkiye gibi gelismekte bulunan III. Dünya ülkelerinde gözlenmektedir.
Bu ülkelerde, Türkiyede de her seyden evvel yapılacak tek sey; dogru zamanda, dogru yerde, dogru insanı yetistirmek,
secmek ve görevlendirmek olmalıdır.
(Türkiyede; gerek devlet
kurumlarında, gereksede üniversitelerimizde
Dünya standartları üstünde cok degerli elemanların bulundugu da diger bir gercektir. Türkiye, üniversitelerimiz
güc bela da olsa hala ayakta, ise bu elemanların sayesindedır....)
.
9. Beleşçi zihniyet bilim adamlığına
yakışmaz. Bu zihniyet sürdükçe; - üniversiteler çalışamaz ve yaşanmaz hale
gelir, - Üniversiteler bilim teknoloji üretemez , - maaşlar da erir,
profesörlerin de ikinci üçüncü iş arayışları da başlar, - bu mesleğin
saygınlığı da kalmaz, - verilen diplomaların da değeri olmaz, işin en
kötüsü devlet de batar, ekonomik çöküntü de başlar!
10. Kurumlar kötü, keyfi icraatlarıyla itibarları saygınlıkları azalır;
keyfi, hatalı uygulamalara karşın yazılı sözlü tenkitlerle değil!
11. 2000 yılı Türkiyesinde bir bilim adamı mesleki, uzmanlık alanları
yanında , ülkesi, çevresi ile de ilgi sorunlara, çalışmalara da yer
vermesi gerekir diye düşünüyorum, Olup bitenlerden duyarsız kalmamalıdır.
Düşüncelerini, gözlemlerini başkaları ile paylaşmaktan, tartışmaktan,
kamuoyuna duyurmaktan her ne sebeple olursa olsun kaçınmamalıdır. Yürürlükteki
memur yasa ve yönetmelikleriyle memurların bilhassa memur statüsündeki
öğretim üyelerinin ağızları kapalı tutulucağına, her insana konuşabilme,
düşünebilme üzgürlüğü yasalarca teşvik edilmelidir. Memurlara konuşma
özgürlüğü ile kurum ve devletler zarar görselerdi, İşlerine geldiği
gibi halka örnek gösterilen Batılı devletler batardılar!!!
Batıda siyasetçiler,
hükümetler en büyük destegi, kritikleri üniversitelerden aldıkları ve
üniversiteler tarafından sürekli kalite kontrol altında tutuldukları
onutulmamalıdır. Türkiyede ise bu işlevleri medya patronları kendi kişişel
çıkarlarını gözeterek yürütmeğe çalışıyorlar.