Değerli Arkadaşlar,

türban konusunu ben biraz daha farklı değerlendiriyorum. web sayfamda (www.dr-huso.com) yayınladığım türban konulu bir yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu  ve diğer yazılarım şahıs ve kurumlara akıl verme hakaret etme gibi bir niyet taşımamaktadırlar. Böyle bir haddim de değildir. Olası yazı hatalarından, ve verdiğim rahatsızlıktan dolayı sizin hoşgörünüze sığınıyorum

saygılar

dr. h. ozden
İzmir, 8.02.2008

 
Ek.

 

21. Yüzyıl Türkiye’ sinde Türban tartışmaları!

 

     Türkiye’de;

 

·       ·       Türban yasası; şeriata ilk adımdır.

·       ·       Türban; şeriatın, Müslüman-Kardeşlerin, bir simgesi olarak görülmektedir ve öne sürülmektedir.

·       ·       Türban; çoğunluğun kişisel dini inancından ziyade, kişisel çıkar beklentisinin bir tercihidir. 

·       ·       Türban; belli bir kesimin toplumda var olmanın, ayakta kalmanın bir aracıdır.

·       ·       Türban; özürlü, keyfi, aksak demokrasinin uygulandığı, fırsat eşitliğin göz ardı edildiği, işsizliğin hüküm sürdüğü, fakir fukaralığın ayyuka çıktığı ülkelerde bazı bireylerin, özellikle alt gelirlilerin bir partiye, bir derneğe, bir tarikata v.b. katılarak, ait olarak; yaşam zorluklarının üstesinden gelme arayışıdır.

·       ·       Türban, artan ve yayılan çevresel baskılar altında takılması zaruret haline getirilen  şeriat akımının bir sembolüdür.

 

Türban; dinimizle, Müslümanlıkla, dindarlıkla bağdaştırılamaz. İslam dini, Müslümanlık; akılcılıktır, çağdaşlıktır, ilericiliktir, ferdi ve toplumsal maddi ve manevi sağlıklı bir yaşama inanç biçimidir; bağnazlık, gericilik değildir. İslam dininde tebliğ vardır; zorlama, saldırı, tehdit, şiddet yoktur.

İslam dininin temelinde laik cumhuriyet devlet yönetimi, demokrasi, inanç özgürlüğü, saygınlık vardır.  İslam dininde devlet laiktir, kul da laiktir. İslam dininde Allaha şükretme , Allaha sığınma gibi Allah ile Kul arası ibadetlerde ne zorlama nede gösterilik, yani bir nevi şekilcilikle ilgisi yoktur.

 

İslam dini, Müslümanlık hiç kimsenin, ne kişi, kişilerin, ne kurumların, ne tarikatların, ne partilerin, ne ulusların, ne de devletlerin tekelinde değildir.

 

Türbanı kendine, kişiliğine yakıştıran, o giyim kuşamda kendini rahat ve mutlu hisseden yada kendi inancına göre giyebilmelidir. Her türban takan, beş vakit namaz kılabilen ne gerici, ne şeriat yanlısı, nede daha dindar değildir. (Bende beş vakit namaz kılabilme alışkanlığını edinebilseydim diye söylendiğim olmuştur. Namaz kılmak, oruç tutmak sağlıklı yaşam için zamanımızın bir çok kronik hastalıklarına karşın çok faydalı bir şifa kaynagı oldugu göz ardı edilmemelidir.)

İslam dininde ibadetler kişinin kendine işkence, kendini mağduriyet etmesi için değildirler, tamamen sağlıklı bir yaşam için de buyrulduğu unutulmamalıdır.

 

Müslüman-Kardeşler, Dünyadaki Müslümanlar arasında bir dayanışmayı, dini kardeşliğini, çağdaşlığı hedefleyen, haftalık toplantılarında genelde günlük yaşamda Kuranı-Kerimin içerikleri tartışılan ve önceleri uluslar arası Müslüman akademisyenlerden ve üniversite öğrencilerinden oluşan bir akımdı. 1980 yıllarından sonra hızlı radikalleşmiştir. Saltanatların ve petrol gelirlerin, haraçların uğruna  bu akım sabote edilmiştir ve dışarıdan yönlendirilmektedir. Günümüzde ise bu akımın bazı bilinen kolları kendi başlarına buyruk olmuş, kendi ideolojilerinin, kendi dünya görüşlerinin kanlı ve şiddet savunucuları olmuşlardır. Batılı Emperyalistlere, sömürücülere karşın mücadele verirlerken yayılmalarını da sürdürüyorlar!!!  

     .............

Türkiye’ de Türban tartışmamaları; 

Bana İran’daki rejim değişliği safhalarını hatırlatıyor. Şah rejimin yıkılmasından sonra şeriat yanlılarının isteklerini demokratik kurallar içinde yoğuracaklarını savunan aydınların ve acemi politikacıların bir çoğu, hatalarının, hoşgörülüklerinin bedelini  canları ile ödemişlerdir. Bir çokları da ülkelerinden kaçarak mülteci durumuna düşmüşlerdir.

 

Türban tartışmalarının bu boyuta ulaşmasının esas sorumlusu YÖK ‘ un uygulamalarıdır!

YÖK, ÜAK ve Rektörler bence ilk evvel kendi kurumlarındaki eğitim, öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerinin kalitesi ile ilgilesinler. Yüksek öğretimdeki fırsat eşitliğine aykırı, keyfi uygulamalara acık yasa ve yönetmeliklere baksınlar, Kurumlarında çalışan insanların, öğretim üyelerinin, elemanlarının mağduriyetleri ile ilgilenmesini bilsinler ve gidermek için gerekeni yapsınlar, ücret kepazeliğini dile getirsinler. Kendi aralarında ve kurumlarındaki çalışanlarla iletişim kurma becerisini göstersinler.... Kısaca kendi kurumlarında demokrasi uygulasınlar, bireysel ve kurumsal hak ve hukuka saygılı olsunlar! Bakın, yüksek öğretim ile ilgili fırsat eşitliğine ters düşen yasa ve yönetmeliklere karşın verdiğim bireysel mücadelede, hak aramada ve mağduriyetimin giderilmesi üzerine Danıştay’da YÖK aleyhine açtığım davada; ne şu sıralar demokrasi, hak hukuk özgürlük havarisi kesilen meslektaşlarımdan, ne üniversitemden nede rektörlükten hiç bir destek alamadım. Tabii hak arayışım ve tepkim karşısında, YÖK üslubumu bahane göstererek soruşturma talebinde bulunmuştur.  Kendi üniversitem, rektörlüğüm, fakültem ve meslektaşlarım elemanlarına, meslektaşlarına  sahip çıkacaklarına, YÖK korkusundan bana ceza vermişlerdir, sicilimi kirletmişlerdir. Benim akademik kariyerimi kendi kişisel sorunları nedeniyle engellemişler, bana maddi ve manevi büyük zarar vermişler, bunlar görülmüyor, bu kurumlarda, üniversitelerde bunlar araştırılmıyor, bula, bula benim kullandığım üslubu bahane gösterip üniversiteden uzaklaştırmakla gözdağı veriyorlar! Demokrasi, hak hukuk, özgürlük, Atatürkçü, laikçi, vatansever ilerici havarisi geçinen bazı meslektaşlarım ülke batıyor yaygarasından evvel kendi kurumlarında bulunan binlerce araştırma görevlisinin, yardımcı doçentlerin mağduriyetleri ile de ilgilenmesini bilsinler. Doçentlik sınavındaki rezilliklerin araştırılması için de kendilerine biraz zaman ayırsınlar.  Bakın, 2007 donemi doçentlik sınavı başvurumun resmi sonucu 09-02-2008 tarihi itibarıyla hala bana bildirilmemiştir.  Kendilerini neredeyse İlah sanacak prof unvanlı yetkili kişiler, gönderdiğim dilekçelere dahi cevap verme nezaketinde bulunmuyorlar. Tek becerdikleri kendilerinden olmayanların kariyerini sabote etmek, çevrelerine zarar vermek,... Sonrada sağda, solda neredeyse her konuda, bilhassa memleket meselelerinde, bilimde ahkam kesilirler,...

Arkalarında ne kendi çalışanlarının ne öğrencilerinin nede halk çoğunluğunun desteği bu nedenlerden dolayı yoktur, olmayacaktır da!  Meydanlarda ve ekranlarda şak şakladıkları, arzu ettikleri olası bir askeri darbe, müdahale Türkiye’ yi bir kaosa sürükler, bölünme riskini artırır. Vatan kurtaran sabanlar çok istiyorlarsa ilk evvel kendilerini kurtarsınlar, kendi kurumlarındaki aksaklıkları düzeltsinler. Yada politikaya bir partiden girsinler.

..................

 

Normal bir daireyi, normal kira bedelinin 5, 6 katı fazlasıyla üniversite öğrencilerine kiralayanların, çalıştırdıkları üniversiteli kız öğrencileri, üniversiteli kız öğrenci daire kiracılarını metres gibi kullanmak isteyenlerin, vatandaşı dolandıranların, vatandaşı kazıklayanların, halkı düşünmeyenlerin, halkı horlayanların, vatandaşa kötü davrananların, parasız vatandaşları muayene etmeyip ölüme terk eden prof unvanlı hekimlerin, dolara ve mevkilere göre hak dağıtan hakimlerin ve savcıların, askere giden erleri hizmetçi gibi kullanan ve ölüme gönderenlerin, çıkarları gereği gösteri meydanlarında halkı, vatandaşı hatırlayanların, zavallıların Türk bayraklarını ellerinde sallayarak, Atatürk posterlerini üzerlerinde taşıyarak katıldıkları halaylı müzik şölenli gösteri panayırlarından daha ne beklenilir ki?  Onları kim ciddiye alır ki? Üniversite dışında olup bitenlerle ilgilenmeyen, üniversite dışında olup bitenlerden habersiz prof. akademiker unvanlıların derlenmiş klasik bildirilerini, boş nutuklarını,  okumalarını kim dinler ki? Onları kim takar ki?

..........

 

Akademikerlerimiz, bazılarımız hala hayal dünyasında, bazılarımız ise üniversite dışındaki gerçek acımasız hayatın, iki yüzlüğün, kaba kuvvetin, çıkar ilişkilerin pek farkında değiller diye düşünüyorum. İmza toplamakla, bildiriler sunmaklar, dağıtmakla, meydanlarda sloganlar atmakla, Marşlar, Türküler söylemekle, halaylar çekmekle, yürüyüşlere katılarak bayrak ve poster sallamakla, bağırmakla, binalara bayrak poster asmakla, Işık yakıp söndürmekle, korna çalmakla, panayır meydanları oluşturmakla ve benzerleri ile Türkiye’de olumlu yönde fazla bir şey değişmeyeceğinin farkında değiller diye de düşünüyorum. İmzalar çoğu kez çöp bidonunda imha edilir. Kendi sloganlarını, bildirilerini, nutuklarını kendileri söyler, kendileri dinlerler, onların dışında kimsenin umurunda değildir. Temmuz 2007 deki kalabalık panayır meydanları tam aksi bir secim sonucunun ortaya çıkmasına neden olmuştur? Bu sonuçtan sonra karşı taraflar bu tür tepkileri kaleme dahi almazlar! Karşı tarafın anlayacağı ses getireceği tepkileri günümüzün üniversiteleri, akademikerler veremezler.    

................

........................  

 

Örnekler mi vereyim;

 

- Üniversitemin tıp fakültesinde insanca muayene olmak için ya bol paranız yada tanıdığınız olmalıdır. Aksi halde bin bir güçlükle başıboş öğrenci asistanların önüne tedavi olmak üzere geldiğinizde; daha da hasta oluyorsunuz, daha da berbat çıkıyorsunuz.

 

Diğer taraftan türban konusu neredeyse çeyrek asır Türkiyenin gündemindeydi ve bugünün geleceği AKP den evvel de belliydi! Zamanında neden gerekli uyarılar ve önlemler alınmamıştır, tepkiler verilmemiştir?  Ta ana, ilk ve orta öğretimde bunlar yönlendiriliyor, yetiştiriliyor, kafaları, başları karalanıyor. Üniversite kapılarına vardıklarında da yaygara koparılıyor....

 

YÖK ve rektörler ve de beraberindeki profesörler türban yasası yanında, türban takan genç kızların ve kadınların sayısında bu artışın, türbana olan eğilimin nedenlerini, insanlarımızın bilhassa genç kızların, kız öğrencilerin ve kadınların toplumsal yasama sorunlarını bilimsel tarafsız araştırsınlar. Verileri, sonuçları kendi aralarında tartışsınlar,...... 

 

Ege Üniversitesi, yönetimdekiler yüzlerce dönüm üniversite arazisini ticari amaçla kullandırıyor, uzun süreli eğitim dışı elden çıkartıyor. (Ne zaman, nasıl ve kimler arasında yapıldığını bilenlerin sayısı cok azdır  diye tahmin ediyorum. Buradaki şeffaflık ayrı bir konu) Burada benim asıl değinmek istediğim konu: Bu arazilerin bir kısmı neden eğitim amaçlı kullanılmadığıdır. Örnegin, bir silikon vadisi, bir inovasyon vadisi, sanayi-arge-teknokentler olarak değerlendirilmemiştir, Bu arazilerin bir kısmı üniversiteye ait, Ege Üniversitesine yada derneğine ait öğrenci yurtları olarak değerlendirilmemiştir. Bu suretle öğrenciler belli tarikatların yurtlarına sığınmaya mecbur bırakılmazlardı. Bu arazilerin bir kısmı Ege Üniversitesi çalışanlarına lojman olarak tahsis edilebilirdi. 

 

Sanayisi gelişmiş zengin demokratik ülkelerde üniversiteler; devleti ve toplumu olumlu yönde etkileyen ve yönlendiren saygın güvenilir güçlü kurumların başında yer alırlar. Türkiye’de ise YÖK üniversitelerin toplumdaki, devletteki saygınlığını, güvenliğini ve etkinliğini YOK etmiştir. Üniversite elemanlarının, öğretim üyelerinin bölünmesine neden olmuştur, Turban konusunu azdırmıştır.

 

Türkiye’ de işsizlik, yoksulluk, fukaralık, borçlanma, cari acık, Güneydoğudaki ayaklanma, Türkiye’yi parçalama, batırma, kaosa boğma, Avrupa Birliği Üyeliği, Kıbrıs, Türk Dünyası, İklimsel sorunlar, susuzluk, enerji v.b. bu gibi önemli sorunlar tartışılmıyor. Bakın üniversitelerden mezun olan gençlerin neredeyse tamamı iş bulamıyor, iş bulabilen şanslı kişiler ise neredeyse asgari ücretle çalıştırılıyor, kullandırılıyorlar!! Tüm bu sorunlar Türkiye’ de tartışılmıyor, yıllardan beri varsa yoksa Türban zavallılığı,.... 

Türbanla insanlar bilhassa gençler İslam dininden soğutuluyor, uzaklaştırılıyor, birbirlerine düşman ediliyor.  Türbanla İslam dinine zarar veriliyor, buna yasalarca izin verilmemelidir. İslam dinini çıkarları gereği araç olarak kullananlara, zavallılara yargı gereğini yapmalıdır.,  

 

Hükümet etmek, mevcut temel yasa ve yönetmelikler ve parlamento çatısı altında devleti yönetmektir. Ülkenin içte ve dışta çıkarlarını savunmak, korumaktır. Bakın Güneydoğuda, Cizre’de devlet binasındaki gönderdeki varolmamızın sembolü, uğruna kanlar dökülen,  canla, şehitler verilen Al yıldızlı kutsal bayrağımız gönderle birlikte yere indirilip Türk Devletin Güvenlik Görevlileri önünde ayaklar altına alınıp çiğneniyor. Ne Devlet, ne Hükümet, ne Basın, ne TÜSİAT, ne Üniversiteler, ne Rektörler, ne prof. Unvanlı akademisyenler, ne bürokratlardan ne savcılardan, ne sivil toplum örgütlerden, ne aydın diye geçinenlerden, demokrasi havarilerden, vatan kurtaran şabanlardan da hiç çıt yok. Bunlar genelde birileri dügmeye basınca tepkileri ile görüş ve uyarıları ile ortaya çıkıyorlar. basınca

 

   

Bu olaylar karşısında devletin, tepkisizliğini, otorite boşluğunu kınıyorum.

Yazıklar olsun.

 

Bu Gelişme karşısında onurlu bir hükümetin, bir parlamentonun toptan istifa etmeleri gerekirdi. Batıda hükümeti ve parlamentoyu istifaya zorlarlardı.  Bizde hiçbir şey olmamış gibi Türban konusunda tartışmalar devam ediyor.

Türkiyenin bütünlüğünü tehdit eden ve yıllardan beri zarar veren Kürdistan akımı, düzeni; türban akımı, düzeni den de daha vahimdir!  Ona rağmen hiç tepki yok, neden?

 

 

 

Türkiye’de

Bir zamanlar

Müslimler, gavurlar vardı.

Bir zamanlar

Komünistler, Faşistler vardı

Bir zamanlar

Milliyetçiler, Enternasyonaller vardı

Bir zamanlar

Halkçılar, demokratlar vardı

Bir zamanlar

Sağcılar, solcular vardı

Bir zamanlar

Türbanlılar, türbansızlar vardı

Bir zamanlar

İnançlılar, inançsızlar vardı

Bir zamanlar

Laikler, şeriatçılar vardı

Bir zamanlar

Türkler, Kürtler vardı.

Halk bölünmüş

Birbirlerinin hayatlarını

 karartıyorlardı

Öylede, böyle de

Dünya var oldukça

Türkiye’de

Bir zamanlar

Vardılar

Var olacaktırlar.

 

Bir zamanlar

Bu Dünyada,

Türkiye Cumhuriyeti

Laik Devlet

Varmış

Anadolu’da

Anavatan

Türkiye,

Türkler

Varmış.

Bu zihniyetle

Kimselere

Allah söylettirmesin.
(dr. husso)